HAYATA DÖNÜŞMÜ, FIRTINAMI?

  • 10.04.2011 00:00

                        

         2000 yılı aralık ayında; ceza infaz kurumlarında cezalarını çeken sol terör örgütleri suçlularının; F tipi kurumlara sevklerini sağlamak üzere icra edilen operasyonun adını devlet, “hayata dönüş” olarak isimlendirmişti.

 

         Buna gerekçe olarak ta; hepsi bir arada barındırılan terör suçluları, örgüt disiplini, içinde hareket ederek, devletin uyguladığı infaz tedbirlerine karşı çıkıp, direniş göstermelerinin önüne geçilmesiydi. Hatta örgüt, cezaevi içinde organize olarak, üyelerini açlık grevine zorla göndererek, devlete bu yolla kafa tutmasını önleyip, kendi amaçları uğruna kendi üyelerini öldürmesin diye ayırıp başka kurumlara sevk etmek istedi. İşte operasyon bunun için yapıldı.

 

         Terör örgütü mensupları; F. Tipi kurumlara sevk edilip, orada ayrı, ayrı odalara,(hücrelere) konulup, birbirleri ile temasları kesilip, birbirlerini örgüt amaçlarının doğrultusunda eğitmelerinin önüne geçilmesi gayesi güdülmüştü.

 

         Hayata dönüşün esprisi buydu. Ama öyle anlaşılıyor ki devletlûlarımızın, Ankara da, konforlu odalarında, masa başında yaptıkları plan, Bayrampaşa ya uymamış. Üst makamlar bu konuyu, cezaevinin şartlarını bilmeden, örgüt üyelerini ve davranışlarını tanımadan, kurumların işleyişini anlamadan, yukarıda plan yapıp aşağılara intikal ettirince, kendi planlarının tıkır, tıkır yürüyeceğini zannetmişlerdi.

 

         Tabi onlarca can kaybı verilince fena halde yanıldıkları ortaya çıktı. Şimdi; koca, koca bakanlar milletin önünde birbirlerini suçlamaya, başladılar. Ama olan bu kurumlarda ölen tutuklu ve hükümlülere oldu.

 

         Devletin sorumluluğunda bulunan, eli kolu bağlı olan suçlular, ateşli silahla cezaevinin içinde kamu görevlilerince öldürüldü. Şimdi, bu ölüm olayının suçlularının; yargılanması, cezalara çarptırılması ne mana ifade edecek? Yapılsa ne olur, yapılmasa ne olur? Yargılama sonunda olaylarda “ zurnanın son deliği” bile olmayan gariban insanlara suç yüklenip, ikinci sefer cinayet işlenmiş olacak.

         Ülkemizde 1991 yılından itibaren, Adalet bakanlığına hâkim olan bir zihniyet; uygulanan “toplu infaz rejimi” ile suçluların ıslah edilemeyeceğini ileri sürerek, adına “hücre sistemi” denen F tiplerinin yapımı ve devreye sokulmasını her fırsatta gündeme getirip, kamuoyu oluşturdular. Hem de öyle bir hava estirdiler ki; “eğer F tipi kurumlar açılıp hizmete sokulursa, cezaevleri sorunu tarihe karışmış olacaktır”.

 İşte bu insanlar devletin üst makamlarına uzun süre bunu, avrupada da böyle olduğu “yalan”ıyla kamuoyu oluşturdular. MGK da bu yüzden karar çıkarttılar. Bu tarihten öncede bunu yapmak için uğraştılar.

 

         1996 yılında devrin başbakanı, merhum Prof. Dr. Necmettin ERBAKAN hocamıza da bu konuda baskılar yapıldığını, ama insan sevgisi ile kalbi çarpan, bu büyük devlet adamına böylesine bir zulmü yaptıramadılar. Ta ki; MGK’nın her emrine sorgulamadan “baş üstüne” diyecek, Ecevit hükümeti gelince çoktan beri düşündükleri bu operasyonu yaptılar. (Demokrasi ve insan hakları açısından Ecevit’i kahraman ilan eden, Hocayı da “çağdışı” sayanların kulakları çınlasın).  

 

         Ama bu operasyonları yaparken, mevcut yasaları bile göz ardı ettiler. Bilenler bilir ki; konuya ilişkin 1721(hapishane ve tevkifhanelerin idaresi hakkında) sayılı yasanın 8. maddesi cezaevi içerisinde, silah kullanılması lüzumunu, şartlara bağlamıştır. Buna göre, bu lüzumu mutlaka, kurum müdürü takdir edecektir. Eğer müdür yoksa cezaevinin iç işleyişini ve hükümlü- tutukluların durumunu en az müdür kadar bilen müfettiş tayin edecektir.  Denilmektedir.

 

         Basına yansıyan tartışmalardan da anlaşıldığı gibi, her konuda olduğu gibi bu konuda da; yasa emrine rağmen kurum müdürü yok sayılarak C. Savcısı ile çalışıp, yasanın amir hükmünü görmezden gelmişlerdir. Eğer bu olayda kurum müdürü, devrede olsaydı, kendisine yasanın verdiği yetkiyi kullanması sağlansaydı, eminim bu kadar can kaybına müsaade edilmezdi. Operasyon yasanın verdiği çerçevede yapılırdı. Yasaya uymayan, müdürden bu hareketin hesabı rahatça sorulabilirdi.

 

         Oysa şimdi; sorumluluk ortada kaldı. Herkes sorumluluğu bir üst makama atarak, neticede fatura, ölmüş başbakana, görevinden ayrılmış, Cumhurbaşkanı ve MGK’nın asker üyelerine kadar uzatılıyor. Onun içinde mahkemenin sorduğu bir evrak ancak 10 yılda mahkemeye gelebiliyor. Yargılamanın daha kaç yıl süreceğini kestirebilene aşk olsun.  

 

         Bu olaylar, ülkemizin tarihine insan hakları yönünden kara bir leke olarak geçmiştir. Peki, buna rağmen F tipi kurumlar derde deva oldu mu? Yok, bu kurumlar sayesinde akıl sağlığını kaybeden, bir sürü akıl hastası üretilip, dışarı çıkarılacaktır. Çok uzun süre insanlarla ilişki kurmaktan uzak yaşatılan, bu insanlardan başka ne beklenir ki? Ama bu başka bir konudur. Detayına girersek, işin içinden çıkamayız. Başka bir vesile ile F tiplerinin ülkemize dayatılması meselesini ve F.tipi sistemini, insana bakış açısını sorgulaya biliriz.

 

         Selamlarımla…

           

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Biz Bolulular (www.bizbolulular.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yorumlar (1)

  • cafer ercan
    cafer ercan
    4.06.2011 00:25

    Ben bu yazıyı alkışlayamıyorum.Siyaseti eleştirenler siyaset yapmadığı sürece yanlışlar düzelmez.Eleştirmek kolaydır.Zor olan doğru bildiğini uygulamaktır.

Mobil Uygulamalarımız

IOS UygulamamızAndroid Uygulamamız