ULUCANLAR VE 28 ŞUBAT SÜRECİ

  • 6.01.2011 00:00

 

         Bundan önceki iki yazımıza; Ulucanlar da yaşadığımız 12 Eylül darbesi ve cezaevinin tarihi hakkında teferruata kaçmamaya çalışarak malumat arz etmeye gayret etmiştik. Bu yazımızda da; burada yaşadığımız, 28 Şubat post modern darbesi sürecindeki olayları yine kısaca yazmaya çalışacağım.

         Temmuz 1996 tarihinde; Prof. Dr. Necmettin Erbakan başkanlığında kurulan 54. hükümet işbaşına gelince; daha önce 3 kez (1975–1976---1980–1882---1987–1989 dönemleri) çalıştığım bu kuruma; 1996 yılı Ağustos ayında 4.kez göreve başladım.

         Aradan kısa bir süre geçmeden, hükümete karşı malum güç ve çevreler, her koldan yıkıcı, yıpratıcı hareketlere başladılar. Kurumda; idarecilerin görevlerini iyi yapmamaları nedeniyle; devlet hâkimiyeti zayıflamış, personel hükümlülerin adeta yardımcısı konumuna düşürülmüş, özellikle sol terör örgütleri ve çeteler; devletin bu zafiyetini, istismar eder duruma gelmişti.

         Bu durumun düzeltilmesi; başta kurumun idarecisi olarak bana, kurumda görev yapan dış koruma görevlilerine, düşüyordu. Ama dış korumayla görevli jandarma ve onun üstünde görev yapanları, kurumun disiplinin yeniden tesisi için harekete geçirmek mümkün olmuyordu. Bakanımızın başkanlığında, J.Gn. K.lığı, Emn. Gen. Md. lüğü ve Kurum yetkilileri bir toplantı yaptık. Orada gördük ki; J. Yetkilileri uzun zamandan beri kurumların özellikle aramalarında etkin görev alamadıkları için, Kuruma silahsız müdahale etmekten; personel zayiatı veririz diye, çekiniyorlardı.

         Çünkü onlara daha önceki idareler; “hükümlülere insanca davranma” konusunda bazı ikazlar yaptıkları için 4 yıldır; kurum içine girmiyorlardı. Eğer girersek; “silahlı müdahale yapmak zorunda kalabiliriz. İçerde ne olduğunu bilmiyoruz. Silah kullanılmasına izin verirseniz gireriz” diyorlardı. Bakanlıkta haklı olarak; sorumluluğu altında ki; “eli kolu bağlı insanlara” yönelik, silahlı müdahaleye izin vermek istemiyordu.  

          İş başa düşmüştü; kendi imkânlarımızla disiplini sağlamaya kanun hâkimiyeti için çalışıyorduk. Tam bu çalışmaları yürütürken, malum süreç başladı.

         Kışladan brifingler…. Güvenlik güçleri ve savcılıklar tarafından, bazı kesimler için; soruşturma ve kovuşturmalar başladı. İlk olarak Sincan da belediyesi kültür müdürlüğünün organize ettiği “Kudüs gecesi” sebebiyle; başta belediye başkanı, Bekir Yıldız, gazeteci Nurettin Şirin ve 4 kişi daha tutuklandılar.

         Arkasından fakir ve mazlum hükümlülere yardım için kurulan vahdet vakfı başkanı, Hüsnü Aktaş, Av. Yusuf Akmaz ve beş kişi daha tutuklandılar. Suçları; İsrail’in yaptığı katliamı protesto etmek ve kuruluş gayesine uygun olarak mahkûmlara yardım etmekti.  Derken daha önce, İstanbul da tutuklanıp; Ankara ya getirilen Hasan Mezarcı, Müslim Gündüz de gelince kadro tamamlandı.

         Aynı inancı paylaştığınız, suçsuzluklarına inandığınız, kardeşlerinize karşı nasıl davranmanız gerektiği konusu büyük bir imtihan, bir tarafta “kardeşlik hukuku” diğer tarafta, mevzuat’a uygun davranma zorunluluğu. Buda yetmezmiş gibi; burada bu insanların “canına kast edileceği” duyumları. Bir çoğu hayatlarında böyle zorluk görmemiş insanları tesellisi; diğer tarafta güvenliklerini koruma telaşı..

         Ömrümün en sıkıntılı aylarını yaşıyorum. Gündüz akşam geç saatlere kadar mesai; gece sabaha kadar adeta nöbet… Bazı geceler; koğuşlarda sabahlamalar.. Bu konuda bana muhterem Hüsnü hocam ve değerli kardeşim Nurettin Şirin in yardımları çok oluyordu. Hüsnü Hocam “Arkadaş beterin beteri var; ekmek beleş, su beleş başımızda bir Müslüman idareci var dana ne isteriz” diye teselli ederken; Nurettin Şirin “ hiç kafanızı yormayın; suç varsa benim sırtıma yükleyin” diye arkadaşlarını teselli ederdi.

         Hasan Mezarcı ayrı bir âlemdi. Kendini deliliğe mi vururdu? Yoksa delirmiş miydi? Anlayamıyordum. Sadece herkese ve her şeye küfür ederek teselli oluyordu.  Müslim Gündüz ile ilk zamanlar aramız iyiydi. Bana “Medrese-i Yusuf iye’nin baş müderrisi” diyordu. Ama kılık ve kıyafetini yasalara uydurunca aramız açıldı. Başka bir koğuşta da yine güvenlikleri önem arz eden ve “canlarına kast edilecek” diye; hassas davrandığımız DEPli eski milletvekilleri; Orhan Doğan, Hatip Dicle, Selim Sadak ve Leyla Zana vardı. Onların dert ve sıkıntıları daha bir başkaydı.

         İşte bu şartlar altında; enteresan bir süreç yaşıyorduk. Kurumda hâkimiyetimizi, dolayısı ile devlet ve kanun hâkimiyetini; kimsenin canını tehlikeye atmadan sağlamaya çalışıyorduk. Ama şunu seziyorduk ki; birileri ille de disiplini zorla, silah zoruyla sağlayıp hükümeti zor durumda bırakmak istiyordu. Bunun için elinden gelen her şeyi yapmaktan geri durmuyordu. Buna karşılık bakanlık ve hükümet de zorla değil, insani davranış ve tedbirlerle disiplini sağlamaya karalıydı.

         Haziran 1997 tarihinde hükümet istifa edip çekilince; 3 ay sonra kasım ayında bizi de başka yerlere sürdüler. Başka yerler diyorum. Çünkü 8 ayda 8 yere sürüldüm. Hepsi de; yargı kararıyla iptal edildi. 13 ay sonra, Ocak 1999 tarihinde yeniden Ankara ya geldim. “ siz beni burada istemiyorsunuz bende burada görev yapmak istemiyorum. Hukuk mücadelesini kazanmam önemliydi” diyerek başka yere gittim.

         2000 yılı sonunda hükümetinde onayını alarak cezaevlerinde; açlık grevi yapan, hükümlülere silahlı müdahale yapıldı. 30 kadar insan öldü. Ve sağ kalanların hepsi F tipi kurumların hücrelerine tıkıldı. Sayın yazar Lütfi Oflaz; “ Erbakan’ın durun deyip izin vermediği silahlı müdahaleye, Ecevit izin vererek; vurun dedi ” diye özetliyordu.

         Oysa sayın kültür bakanımız bunu nasıl görmezden gelip te? Ecevit’in,“eğer başbakanlığımda haberim olsaydı, düzeltirdim” dediğini söylüyor.  Anlayabilmiş değilim. Beklide bakan bey işi sulandırıyor. Veya Sayın Ecevit kendisi ile ve geçmişi ile çelişen işler yapıyordu. Hangisi doğru? Anlamak ve kestirmek hiç de zor değil. 1999 seçimlerinden sonra TBMM de milletvekili Merve Kavakçıya gösterdiği tavır, onun ne kadar “demokrat” ve insan haklarına saygılı olduğunu gösteriyordu.

         Selamlarımla…   

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Biz Bolulular (www.bizbolulular.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Mobil Uygulamalarımız

IOS UygulamamızAndroid Uygulamamız