- 30.12.2010 00:00
Kültür Bakanlığı ve Altındağ belediyesi, meşhur Ulucanlar cezaevini müzeye dönüştürüp, ilgilenenlerin ziyaretine açmışlar. Sayın kültür bakanı da açılış töreninde kendisine verilen, kimi doğru, kimi yanlış bilgilerle basın mensuplarını bilgilendiriyor. Ama öyle anlaşılıyor ki; sayın bakan, kurumu sadece avukat olarak, ziyaret etmiş. O zaman da şimdide kurumla ilgili kendisine yanlış bilgiler verilmiştir.
Bir kere 12 Eylül sonrası kısa bir dönem bu cezaevinde yatan eski başbakan Bülent Ecevit, kurumun genel yapısını hiç görmedi. Kendisine; revir kısmında iki odadan oluşan bir daire döşendi. Emrine genç iki tane infaz koruma memuru verildi. Ve bu görevlilere; “bu insan alelade bir mahkûm değildir. Sizde onun başında gardiyan değilsiniz, kendisi ülkenin başbakanlarındandır. Ona göre davranın emirlerini yerine getirin” diye talimat verilmiştir. Kendisi de tahliyesinden sonra bu doğrultuda demeçler vermiştir.
Oysa sayın bakan bunun tersini söylüyor. Diyor ki; “ kendisi şartları çok kötü bulmuş, keşke başbakanken bunu bilseydim, düzeltseydim.” Demiş. Hâlbuki Sayın Ecevit daha sonra iki kez başbakan oldu. Ve cezaevleri tarihinde; bir olayda;(hayata dönüş!!!!) en çok can kaybı onun başbakanlığı döneminde yaşanmıştır. Sayın bakan gibi olaya, ideolojik yaklaşıyor. Tarihi olayları kendi görüşümüze göre eğip bükemeyiz.
Rahmetli Ecevit 12 Eylül den sonra, öncesine göre; daha “devletçi” daha statükocu olmuştu. İşkence ile mücadele aklından bile geçmedi. Bir solcu olarak; Sayın Seyfi Oktay ve atadığı bürokratlar; tüm olumsuz şartlara rağmen ve kamu oyunun tersine oluşturulma gayretlerine rağmen; dönemlerinde işkenceyle mücadeleyi çok ısrarla yaptılar. Ama gerek personelin ve gerekse sistem gereği yeterince etkin olamadılar. Ama bu gerçeği hakşinaslığın bir gereği olarak ifade etmek isterim.
Haberi izlerken 30 yıl öncesine gittim. Yağmurlu bir ekim sabahı; doğrudan devlet başkanlığı genel sekreterliğinden arandım. İdam cezalarının onandığı söylenerek; Necdet Adalı ve Mustafa Pehlivan oğlunun yasa gereğince kuruma getirilerek, infazın yapılacağı, hazırlıkların yapılmasını istediler. Maalesef hazırlıkları yapmakta, olayı herkesten gizlemekte, bize düşmüştü. Ömrüm oldukça o günü unutmam ve etkisinden kurtulmam mümkün değildir.
Aradan geçen uzun yıllar sonra bile sayın bakan “sözde darağacına bakamadı. Bu yaşına rağmen, bu kadar hayat tecrübesine rağmen bakamadı. Oysa biz henüz 20 li yaşlarımızda bu dramı yaşayarak görmek şanssızlığına uğramıştık. Eğer bakabilseydi; darağacı diye konulan salıncak’ın değil genç bir adamı, birkaç kiloluk ağırlığı bile çekemeyeceğini görürdü. Belki; “ bu gerçeği yansıtmıyor. İlle müze yapacağız diye milletin zekâsı ile alay etmeyin” derdi.
Neyse konu saten o değil. Ülkemiz 12 Eylül ve 28 Şubatta darbe günlerini yaşadı. Yazdıklarımdan da anlaşılacağı gibi; bende; iki dönemde de; Ulucanlar cezaevinin müdürü olarak, bu iki dönemi yaşadım. Benim için belki önemli tecrübe oldu. Ama keşke olmasaydı. Bu tecrübeleri ne ben ne orada yaşayan insanlar, nede ülke yaşamasaydı.
Yanlış anlaşılmasın. Bunları söylerken bu cezaevinde her iki dönemde de insanlara, değil işkence yapmak; çirkin kelime söylenmesine bile müsaade etmedik. Bu konuda; bize destek olarak sıkıyönetimin etkisini kurumda hiç hissettirmeyen rahmetli; Ankara başsavcısı Mehmet Elverenli ve dönemin cezaevinden sorumlu savcısı; Emrullah beyi saygı ile anmam gerekiyor. Benden çok yaşlı idiler. Benim hata yapmama ve geçmişimle utanacağım işler yapmama fırsat vermediler. Hep nasihat ettiler. İnsan olarak bize emanet edilenlere, insanca davranmamızın hem yasaların hem de inancımızın gereği olduğunu öğrettiler.
Şimdi onun için göğsümüzü kabartarak diyoruz ki; 0cak 1980 den, Aralık 1981 e kadar olan sürede “ Ulucanlar da hiç kimseye kötü muamele yapılmamıştır.” Aksini kimse iddia edemez.
Keza 28 Şubatta da hiç kimseye; kurum personelince; fena bir işlem olmamıştır. Aksine 12 Eylül sonrası Mamak askeri cezaevinden buraya gelenler; adeta bayram ederek, buradan duruşmalarını takip için, oraya sevk edilenler de feryat ve figanlarla gitmişlerdir.
Ama gelin görün ki; müzeyi yapanlar ve açanlar öyle bir sunuyorlar ki; sanki bu kurum işkence hane burada görev yapan herkes de işkenceci gibi sunuluyor. Bu doğru değildir.
Esasen bu konu bir köşe yazısının hacmine sığmayacak bir konudur. Gelecek yazımızda kurumun tarihi hakkında kısa bilgi verdikten sonra, bu konuda; tarihe not düşmek adına, konuyu kitaplaştırıp, ilgililerin tetkikine sunmaya karar verdim. Selamlarımla…
Yorum Yap