- 28.12.2010 00:00
Son iki yıldır, ülke gündeminin en önemli konusu olarak yer bulan bu konunun; başta hükümet olmak üzere, tüm kesimler konu ile ilgili tekliflerini gerek açık gerekse kapalı kapılar ardında dile getirmeye çalıştılar.
Bu konuda hükümet; çözüm dayatmak yerine; kamuoyunda tartışmaların kapısını açarak, konu ile ilgili bütün tarafların fikirlerini dinleyip, olabilecekleri not edip, olamayacağına inandığı tekliflere bazen düşük bazen yüksek perdeden itirazlarını dile getirme yolunu seçti. (Sayın Başbakanın bütçe münasebetiyle yaptığı konuşma da olduğu gibi)
Topluma çözüm dayatmak, çözümün çerçevesini daraltmak ya da genişletmek yerine, tüm kesimlerin bu konudaki önerilerini tespit edip, her kesimin kırmız çizgelerini görerek çözümü bunlar üzerine bina etmeye çalışması anlaşılabilir. Aksine davranması, kendisinin bir çözüm planı ortaya koyup, sınırlarını belirleseydi, bu dayatma olurdu. Bunu yapmadı. İyide etti.
Konu ile ilgili; kurulu düzenin, resmi ideolojinin görüşlerine sadık kalarak,1920 ler de, 1930 lar da; sistemleştirilen devlet yapısından kesinlikle taviz vermeden, statüko’nun devamından yana olanlar sorunu insani bir sorun değil de, siyasi sorun olarak görmektedirler. Meseleye sadece siyasal olarak bakıp insani yönünü görmezden gelirler.
Bunların sağ kanadı milliyetçiler, sol kanadı, batıcı ulusalcı Kemalistlerdir. Bunlara göre ortada çözülecek bir mesele yoktur. Devlete karşı ayaklananların bastırılması meselesi vardır. Yine bu çevrelere göre, “Türk; demek etnik bir ırkı değil, Anadolu da yaşayan çeşitli etnisiteleri içinde barındıran ve onların üzerinde, bir üst kimliktir.” Bunun aksini savunmak “bölücülüktür”.
Bunun karşısında ki, tezi savunun Kürt milliyetçileri de; kendilerinin “ayrı bir millet olduklarını, diğer milletlerin üst kimlik olmasını kabullenmek yerine, eşit millet olarak kabul edilmesini, kendi dillerinin de ikinci bir resmi dil olarak kabul edilmesi ve kendilerini hiç olmazsa yerel de kendilerinin yönetmesi” tezini savunmaktadırlar.
Bu iki tezden de uzlaşma çıkmaz. Çıksa çıksa bölünme ve ayrışma çıkar. Bu da kimsenin işine gelmez. Zaten bölünmenin imkânsızlığı nedeniyle hiç kimse bölünmeyi telaffuz dahi edemiyor. Hatta bu problemi dışarıda pişirip önümüze koyanlar bile 1000 yıldan beri iç içe geçmiş iki kesimin nasıl bölüneceğini planlayamadıklarından bunu zamana ve bize bırakmışlardır. “Nasıl olsa bunlar bir yolunu bulup bölünür, ya da birbirlerini yemeye devam eder.” Diye.
Bu konuda kendi söylemlerini ifade temekte çekingen davranan iki kesim var. Bunlardan birisi; “Türk İslamcı” aydınları, diğeri; “Kürt İslamcı” aydınları,
Türk İslamcıları, konu ile alakalı görüşlerini akademik çevrelerde, konu ile ilgili yayınlarda, yani kısmen kapalı kapılar ardında dile getiriyorlar. Ama kamuoyunda, siyasi arenada dile getiremiyorlar. Çekinmelerinin nedeni biliniyor. Vaktiyle bu konuda söylemlerinin bedelini ödediler. “ Türküm doğruyum dedirtmeyin, diğer tarafta bende Kürdüm daha doğruyum der buda kardeşliğimize zarar verir.” Dediği için hapis cezası alıp siyasi yasaklı duruma düşenleri bildikleri için çekiniyorlar. Halamı? Diye sorulabilir. Evet, hala devletin ve yargının bu konudaki baskısının devam ettiğini düşünüyor olabilirler. Hiçte haksız sayılmazlar.
İslamcı Kürt aydınlara gelince; onların çekinme nedenleri diğerlerine göre daha farklı ve daha ciddi. Bir tarafta devletin ceza tehdidi; diğer tarafta silahlı terör örgütünün ölüm tehdidi. Bu iki tehdit arasına sıkışan İslamcı Kürt aydınlarına pek fazla fikri alan kalmıyor. Onlarda ya belli platformlarda, kapalı kapılar arkasında fikir beyan ediyorlar. Veya açık platformlarda karınlarından konuşuyorlar. Ya da bazı eski İslamcı şimdi batıcı Kürtler gibi ( M. Metiner) eyyamcılık yapanlara meydanı bırakıyorlar.
Oysa birbirini besleyen Türk ve Kürt milliyetçileri bu problemin ortak müsebbipleridirler. Çözüme ilişkin görüşler, bu iki kesimden de gelemez. Çözüm fikrini geliştirmek, sorunu siyasi olmaktan ziyade insani bir mesele olarak görüp, insani çözümler üretebilecek bakış açısına sahip değildirler.
Geçmişte kardeşçe yaşanılan, meseleye insani ve İslami açıdan bakan, dönemleri hayırla yâd eden; o dönemlerden yani tarihlerinden utanmayan, kısaca çözümü ortak ve birleştirici bağımız olan inancımızda arayanlar birleştirici çözümler üretebilirler.
İster Türk ister Kürt olsun, bu toprağın İslamcılarının tüm riskleri göze alarak bu mesele ile ilgili çözüm önerilerini cesurca ortaya koymalıdırlar. Her iki tarafında kabul edeceği çözümü; ancak bunlar geliştirebilirler. Selamlarımla…
Yorum Yap