TAŞERONLAŞTIRMA = KÖLELEŞTİRME

  • 17.12.2010 00:00

 

                Ülkemizde taşeronlaştırma hareketi, 28 Şubat sürecinin getirip, kamu kuruluşlarının ve özellikle, belediyelerin gündemine oturttuğu zalimane bir müessesedir. 1989 yılında; Milli görüş belediyeciliği başladığında, belediyelerimizde böyle bir uygulama yoktu. Zaman zaman, özelleştirme özentileri belirse de, bu belediyeler, bağlı bulundukları partinin izlediği sosyal politikalar nedeniyle genel merkezlerine rağmen özleştirme, taşeronlaştırma politikalarını yürürlüğe koymaya cesaret edememişlerdi.

                Ne zamanki 28 Şubat süreci yürürlüğe konuldu. Milli görüş hareketi kapatılma tehlikesi ile baş başa kalıp, kendi canının derdine düştü. Belediyeler üzerindeki etkinliği zayıfladı. O zaman özelleştirme ve köleleştirme, pardon taşeronlaştırma hareketleri başladı. Daha sonrada milli görüş mirasının üzerine konan Ak parti döneminde ise sadece belediyelerde değil, tüm kamu kuruluşlarında yaygınlaştırıldı.

                 İşin en acı tarafı da; milli görüş geleneğince, işçilerin hak ve menfaatlerini savunmak amacı ile kurulan; Hak-iş konfederasyonu ve buna bağlı olarak faaliyet sürdüren belediye işçi sendikaları, bu uygulamalara, hiçbir itiraz da bulunmamışlar. Bu uygulamalara karşı çıkmak yerine idarelerle kol kola girip sendikasızlaştırma hareketine destek olmuşlardır. Bindikleri dalı keserek, karşılığında, iktidar partisinden milletvekili seçilmişler, hatta genel başkan yardımcılığı koltuklarına kurulup, gerdan kıvırarak uygulamanın faziletleri hakkında nutuk atmaktan geri durmamışlardır.

                 Hatta bu sendikacılar, iktidar yandaşlığını o kadar ileri götürmüşlerdir ki; kamu (TEKEL) işçileri, hak mücadelesi verirken, haklarını almak için sopa yerken, kış günü tazyikli soğuk sularla saatlerce ıslatılırken bile cesaret edip bu işçilere, hiç olmazsa manevi destek bile verememişlerdir. Tarih, gerek Hak-işi, gerekse, Memur-sen’i, bu olay nedeniyle yargılayacaktır.

                  Taşeronlaştırma nedir? Bir işi; işçiler marifetiyle değil, onları muhatap almadan, aracılar vasıtasıyla gördürmektir. Yani mesela; 1500 tl lik bir işi ihale ederek aracıya verip, bu parayı ona ödeyip, onunda asgari ücretle yani her şey dâhil yaklaşık, 1000 liraya insan çalıştırıp, işçi başına, 500 lirayı cebine indirmesine meydan vermektir. Devletten çıkan paranın 1/3 ü; hiçbir emek sarf etmeyen, neredeyse hiçbir sermaye koymayan, hiçbir yatırım yapmayan müteahhide vermektir.

                  Ne kadar süslü ve ağdalı isimler konulursa konulsun bunun adı; “insan ticaretidir.” Bunun adı kölelik, belkide “modern kölelik” tir. Bunu haktan ve adaletten yana olan hiçbir Müslüman, hatta hiçbir insan savunamaz.

                  Bu durumu savunmak zorunda kalan, imanlarından ve vicdanlarından asla şüphe etmediğimiz bazı kardeşlerimiz: “ bu hizmetlere ödenen para, müteahhidin işçilere ödediğinden fazla değil.” Demektedirler. Peki, nasıl oluyor da; bu insanlar devletten aldıkları paranın tamamını işçilerine ödediği halde bu işi yapıyor? Bunlar devlete hayır için mi hizmet ediyorlar?  Diye sorulduğunda; verdikleri cevap çok enteresan: “bunlar devletten aldıkları paraları geçici bir süre için yatırdıkları bankadan aldıkları promosyon la idare ediyorlar.” Demektedirler.

                  Yani devletin parasını kullanarak; haksız, yatırımsız, emeksiz, sermayesiz, para kazanmaktadırlar. Bunu da ucuza hizmet yaptıkları iddiasıyla yapmaktadırlar. Peki, bu kişilerin verdiği ücretle yaşamak zorunda olan işçiler, emeklerinin karşılığını alabiliyorlar mı? Ne gezer.

                  Türkiye Cumhuriyeti anayasasının 2. maddesi “sosyal hukuk devleti” ilkesi getirmiyor mu? Getiriyor. Hani bu güne kadar, yapılan darbeler, post-modern darbeler, sanal darbeler: anayasanın değişmez ilkelerini korumak için yapılmamışmıydı? Bu ilke anayasanın değişmez ilkesi değil mi? Yoksa bu devletin “laiklik” ilkesinden başka korunmaya değer başka bir ilkesi yok mu? İnsan istismarı, emek sömürüsü, köleleştirme, gibi haksızlıklarla mücadele artık yapılmayacak mı?

                   Haksızlıklarla mücadele, başta Müslümanlar olmak üzere, her ferdin imani ve vicdani görevidir. “Müslüman bir kötülüğe, eliyle, buna gücü yetmiyorsa, diliyle, mücadele etmek zorundadır. Eğer buna da gücü yetmiyorsa kalben buğz etmek zorundadır ki; buda imanın en zayıf şeklidir.” Bu peygamber emridir. Bakalım ülkemiz Müslümanları, önümüzdeki seçimlerde, bu köleleştirme yapanlara dersini verip, hesabını sorarak, haktan ve adaletten yana olabilecekler mi?

                 Selamlarımla…

                      

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Biz Bolulular (www.bizbolulular.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Mobil Uygulamalarımız

IOS UygulamamızAndroid Uygulamamız