- 21.11.2010 00:00
Geçtiğimiz bayram haftasında; Sayın Cumhurbaşkanı, Milli savunma bakanı, Dışişleri bakanı el ele vererek, Türkiye’yi bir kez daha, ama daha da sıkı bir şekilde batı blok una bağlayan anlaşmayı imzaladılar. Hayırlı olsun demeyi çok isterdik. Ama diyemiyoruz.
Diyemememizin, çok sebebi var. İlk önce yakın tarihimizi incelediğimizde; batı ile yaptığımız tüm anlaşmaların sonunda, onlara güvenmemizin faturası hep ağır oldu. İkinci olarak ta bu defa imzalanan anlaşma, hem bile bile “lades” hem de sonu bizi Müslüman dünya ile ve özellikle komşumuz İran ile savaşın eşiğine getirecek bir anlaşma olduğu için, hiçte hayırlı olmayan bir anlaşmadır.
1990 yılında; demir perde ülkeleri çökünce, NATO konseptini değiştirerek, o güne kadar tehlike olan Sovyet blok’u çökünce, yeni tehlike olarak İslam’ı seçti. Bunu da devrin İngiltere başbakanı açıkça tüm dünyaya ilan etti. Hatta bu doğrultu da, bizim milli güvenlik kurulumuzda; irtica’ı( İslam’ı) öncelikli tehdit olarak belirlemişti. Bu doğrultuda konsepte bağlı kalmak uğruna ucube bir darbe bile yapılmıştı.
Daha bir iki ay önce hükümet “milli güvenlik siyaset belgesini” değiştirerek, İslam’ı, tehdit olmaktan çıkardığını, bunun yerine “öncelikli dış tehdit” olarak İsrail’i ilan ettiğini basına sızdırmıştı. Sızdırmıştı diyorum, çünkü bu belge gizlidir. Ama nasıl olduysa gazetelerde açıkça bunlar yer aldı. Meğer hesap içinde hesap varmış.
Bilenler bilirler bendeniz, hükümetin izlediği dış politikayı genel olarak başarılı bulurdum. Bu konuda gene de umutlu olmak istiyorum. Ama bu son anlaşma sadece benim gibi düşünenleri değil, bazı hükümet üyelerini de hayal kırıklığına uğrattı. Hatta belki de bizzat başbakanı ve dış işleri bakanını bile…
Böyle düşünmemin sebebi; bu konuda hükümet ile köşk ve monşerlerin, ayrı düşüncelere sahip olduğunu sezinliyorum. Yani köşkle hükümet arasında bir kırılma var. 2012 yaklaştıkça bu kırılmanın yeni işaretlerine şahit olacağız. Bunun ilk işaretini başörtüsü konusunda gördük ve yaşadık. Eğer bu anlaşma hükümetin ve özellikle başbakanın istediği istikamette olsaydı, batılı dostlarımız bunu kesinlikle kabul etmezlerdi. Çünkü İsrail in birinci tehdit olarak algılandığı bir idareye, füzelerin kumandasını bırakıp, İsrail’e yönelme ihtimalini göze alamazlardı.
Füze kalkanının tek hedefi vardır. Oda İslam ve onun şahsında İran devletidir. Bütün afra tafralarımıza rağmen maalesef İsrail yandaşı olarak tescillenmekten başka bir iş yapamayan ülkemiz, her zaman olduğu gibi bu kez de hiçbir karşılık almadan batının “ileri karakolu” olmaktan kendisini kurtaramamıştır.
1950 yılında birçok insanımızı, dünyanın öbür ucunda şehit verme pahasına üye olduğumuz bu ittifak, hep ulusal menfaatlerimiz aleyhine işlemiştir. Güya üyelerden birisi saldırıya uğrayınca, birlikte savunulacaktı. Ama 30 yıldır her gün saldırıya uğramamıza rağmen bırakın yanımızda olmayı, bize saldıranlara destek verdiler. Bunu da pervasızca ve alenen yaptılar. Ama ABD terör saldırısına uğradığını iddia edince, askeri bizden alarak Afganistan’a saldırdılar.
Son yıllarda ABD ve İsrail, komşumuz İran’a saldırmanın bahanelerini üretmek ve eğer başarırlarsa da ülkemizle komşu İran’ı savaştırmak istiyorlar. Mevcut hükümetle bunu yapmaları zor göründüğü için de köşkle hükümetin arasını açmaya gayret ettiler. Bunu da başarmışlar gibi görünüyorlar. Eğer ellerini çabuk tutup, 2012 deki seçimden önce “kalkanı” kurarlarsa hedeflerine ulaşabilirler. Kuramazlarsa gerek köşk, gerek, monşerler ve gerekse pensilvanya merkezli hareket, mücadeleyi kaybetmiş olacaklar.
Bu yazdıklarımızı test etmek isteyenler sayın başbakanı dikkatle takip etsinler. Bu anlaşmaya mesafeli duruşunu göreceklerdir. Çünkü yukarda saydığımız odaklar, başbakanın bu oyunlara kapalı olacağını hesaplayarak, dış politika konularını kendilerine bırakacak yeni “has” elemanları yedeklemiş durumdalar.
Hatta ustaca plan yaptıklarını zannederek; adalet ve insan hakları ve toplum menfaatlerinin oylama konusu yapılmayacağını bile bile “ füze kalkanını halkoyuna sunalım” çıkışını yaptırarak, gerçekleri gizleme gayretine düştüler. Maksat “keriz ayıkmasın”.
Beyler! Madem suret-i haktansınız, hükümete alternatif oluşumlar önerseniz daha iyi olmaz mı? “Bırakın bu batıl ittifakları mazlum milletlerle birlik olun” deseniz daha iyi olmaz mı? Olmayacağını bildiğiniz işi tribünlere oynamak için neden önerirsiniz?
Selamlarımla…
Yorum Yap