- 11.10.2010 00:00
Başörtüsü yasağı; 1968 yılından beri devam eden müzmin “insan hakkı ihlali” olarak devam ediyor. İlk mağduru, Hatice Babacan ( başbakan yardımcısı Ali Babacan’ın halası) Ankara İlahiyat fakültesi öğrencisi.
Bazen; bu yasak, gevşetilerek; konjektür ters olduğunda da, başörtülüleri canlarından bezdirecek derecede sıkı uygulanarak, bugüne kadar geldi.
Bu yüzden okulundan kovulan binlerce öğrenciye ilaveten, binlerce memur, öğretmen, doktor, avukat, işlerinden mücrimler gibi kovuldular.
Seçimle iktidara gelen siyasi partiler, bu yasakları kaldırmaya teşebbüs ettiklerinde ya da kaldırdıklarında, Aldıkları oya bakılmadan kapılarına kilit vuruldu. Başörtüsünü savunan başı açık kadınlara bile siyaset yasağı getirildi.(Nazlı Ilıcak gibi) Halkın oyu ile seçilen milletvekili Merve Kavakçı, o zamanki başbakanın azmettirmesi ile mecliste linç edilmek istendi. Bununla da kalmadılar, milletvekilliği düşürüldü, vatandaşlıktan atıldı.
Yasakların birazcık gevşediği ya da kaldırılmaya teşebbüs edildiği dönemlerde, “kurulu düzenin savunucuları” hemen “laik cumhuriyet elden gidiyor” yaygarası atarak soluğu ya derin güçlerin yanında, ya da mahkemelerde aldılar. Ne yazık ki, hiç elleri boş dönmediler. En hızlı bir şekilde ellerine yasak icazeti ve ilamlarını aldılar.
Hatta işi o kadar ileri götürdüler ki; bu konu yasakçılar için vazgeçilemez, hayat-memat meselesi konuma getirildi. İşi adeta “cadı av’ına” dönüştürüldü. Yasaklar, sadece devlet dairesi ve okullarla sınırlı kalmadı. Kendi kafalarından icat ettikleri “kamusal alan” zırvaları ile hastanelere, sokaklara, parklara kadar yayılmak istendi.
Hastanelerde, hastalardan başörtülü olanlar, muayene edilmeyerek ölüme terk edildi. ( Cerrahpaşa hastanesinde 70 yaşında bir köylü kadın). Yetmedi. Başörtülü kadınlarla evli olan, subay, hâkim, kaymakam, idareci kim varsa ya görevinden attılar. Veya çeşitli soruşturmalarla idari cezalara, sürgünlere çarptırdılar.
En acısı da çocuğu vatan uğruna şehit olan acılı anneler, yine çocukları orduda subay astsubay olanların anneleri, Peygamber ocağı bildikleri kurumun, orduevlerinde yapılan düğün ve törenlere kışladaki yemin törenlerine alınmamaları nedeni ile televizyon ekranlarında acıklı manzaraları, halka izlettirildi.
Peki, bunun nedeni neydi? Bu kadar zalimane muamelelere bu insanlar niçin mahkûm edildiler?( halen ediliyorlar) Bu insanlar, iddia edildiği gibi devletin veya rejimin düşmanımıydı?
Bu durum daha ne kadar devam edecek? Bu yasağı savunanların gerekçeleri ne kadar geçerlidir? Ya da geçerlimidir?
Yasal hiçbir yasak yokken; sırf mahkeme yorumları ile bu yasakları devam ettirmek, adalete mi, yoksa zulme mi hizmet eder?
Geçte olsa insanlar fıtratları gereği “bu yasaklar sürdürülemez” noktasına geldiler. Bu hafta sonu, Abant’ta yapılan CHP toplantısında bu konunun masaya yatırıldığı ve geçmiş söylemler çelişmeyecek bir çözüm üzerinde çalışıldığı anlaşılıyor. Öyle zannediyorum ki; yasaklar, bir daha gelmemek üzere kaldırılacak…
Ama bu yasak uğruna yıkılan yuvalar, yerle bir olan idealler, yeniden iade edilebilecek mi? Dökülen gözyaşları telafi edilebilecek mi? Okuyamadığı için psikolojik dengesini ve aklını kaybedenlerin sağlıkları, intihar eden gençlerin hayatları geri verilebilecek mi? Elbette verilemeyecek. Peki; bu dramlara sebep olanların yanına kar mı kalacak.
Bu saatten sonra sadece, yasakların kalkması; birçok mağdurun, problemini bitirmiş mi olacak? Genç yaşında çalıştığı kamu sektörü ve özel sektörden “ya işin ya inancın” tercihine zorlanan insan ne düşünür? Veya henüz eğitim çağındaki kız çocuğuna “ya geleceğin, eğitimin ya da inancın” ikilemi neler çağrıştırır?
Tüm bu yaşananlar; inanç simgesi ya da siyasi simge gerekçesine sığınılarak izah edilemez. Siyasetin herkese alabildiğince serbest olduğu bir ülkede hele hele her ideolojinin eğitiminin üniversitelerde; yapıldığı ülkemizde; inanç ve siyaset sadece başörtülülere mi yasak?
Devletimiz halkı ile özellikle inançlarını yaşamaya çalışan halkı ile barışmak istiyorsa; bu yasağı hemen kaldırmalı, mağduriyetlerin giderilmesi için de; 1991 yılında çıkarılan bir kanunla, 1402 sayılı sıkıyönetim kanunu mağdurlarının mağduriyetleri nasıl giderilmeye çalışıldı ise aynı şekilde, başörtüsü mağdurları için de, benzer bir yasa çıkarılmalıdır. Bu sebeple mağdur olan kesimlerin maddi ve manevi mağduriyeti “sembolik”te olsa giderilmelidir. Bu kesimlerin “üvey evlat” değil, bu memleketin eşit vatandaşları oldukları, Hastalıklı, “cüzzamlı” muamelesi yapmanın yanlış olduğunu ilan edilmelidir.
Başörtüsü yasağının gerçek nedenlerini, başka bir yazıda ele almaya çalışacağım. Selamlarımla…
Yorum Yap