- 17.09.2010 00:00
Referandum öncesi ret oyu vereceğini söyleyenlerin önemli bir kısmının en fazla sığındıkları gerekçe; “Bu değişiklikler kabul edilirse, ülke bölünür, diktatörlük gelir, hatta memleket batılılara satılır” söylemleri idi.
Şimdi değişiklikler yürürlüğe girdi. Seçmenlerin yaklaşık %60’ı bu gerekçeleri ciddiye almadı. Ve bu korkuların yersiz olduğunu ortaya koyarak, elinin tersi ile iterek reddetti. Ancak bölünmeye ilişkin korkuları, hükümet ciddiye almak zorundadır. Çünkü Çeşitli adlarla adlandırılan açılım sürecinde yaşanan bazı olaylar,(Habur rezaleti gibi) bu korkuyu paranoya olmaktan çıkarmış, devlete başkaldırının provası olarak algılanmasına dönüştürülmüştür.
Bütün bunlara rağmen bir bölünme teşebbüsünün yaşanabileceğini zannetmiyorum. Zira bölünmenin ikna edici bir gerekçesi yok. Kürt kardeşlerimizin de, çoğunluğunda bu arzunun olmadığını gözlemliyoruz. Hükümette de bu yönde bir iradenin işareti görünmüyor. Bu konuda haklı korkusu olanlara derim ki; hiç korkmamıza gerek yok. Bu milletin, dışarının maşası olmuş, hainlere ve vatanımıza kötü emeller besleyenlere verecek bir karış toprağı yoktur. Ağa babaları ABD bile 80 senedir Lozan’ı kabul etmiyor da ne oluyor. Ancak ülkemize işbirlikçileri marifeti ile kumpaslar kuruyor. Her defasında da planları başına geçiyor. Bundan sonra Türkiye ile doğrudan mücadeleyi de göze alabileceğini zannetmem. Daha yeni yetme Hizbullah bile bunlara dün önemli bir ders vermedi mi? Yetmiş milyonluk ülkemizle, kullandığı uşakları için mücadele edemez. Ederse boyunun ölçüsünü alır.
İkinci gerekçe ise “diktatörlük gelir” iddiası idi:
Bu iddianın da tutarlı bir gerekçesi yok. Çünkü diktatör olacağı iddia edilen başbakan, aldığı eğitim, yaşadığı siyasi tecrübe her şeyden önce yetiştiği dini ortam buna manidir. Birileri her ne kadar da Müslümanların günümüzde diktatörlerin sultası altında yaşadığını ima etseler de, Unutulmamalıdır ki İslam ülkelerinin hiç birisi ülkemizin yaşadığı binlerce senelik devlet tecrübesini yaşamamışlardır. Türkiye’nin yaşadığı tecrübeleri ve insan kaynakları özgürlüklerinin en önemli garantisidir.
Üçüncü gerekçeleri de; hayatlara müdahale korkusudur. Bunun da haklı bir korku olmadığı yaşanarak denenmiştir. 1994 yılında da topluma aynı korkular pompalanmıştı. Onlara göre “Bir yıl içinde herkes İslami hayata zorlanacaktı, ülke, İran gibi olacaktı”. Ama olmadı. Çünkü böyle bir arzu ve plan yoktu. Bütün istenen herkesin hür ve eşit yaşaması idi. İstenen bu, Karşı konulanda aslında bu idi. Ama açıkça söyleyemiyorlardı. Onlara göre “köylüler, varoşlular yönetime ortak oluyorlardı. “Bu kabul edilemezdi. Bu bidon kafalılar, karnını kaşıyanlar asla bizi yönetmemelidir. Yönetmek sadece beyaz Türklerin hakkı idi.” Şimdi de aynı gerekçe ile karşı çıkmalarına rağmen bunu kamufle ederek, korku bahanesine sığınıyorlar. Artık yemezler…
Nasıl yesinler ki? Bu zokaları; o kadar uzun zamandır yiyorlar ki, artık bu gibi gerekçelere karınları tok. Eğer bu korkular gerçek olsa idi;1980 kışında komünizm memlekete hâkim olmuştu. Dört tarafımızdaki düşmanlarla en az yüz defa savaşa girmiştik veya onlar bizi çoktan işgal etmişti. Hatta şimdiye kadar ülkemiz İran’ın bize rejim ihracı ile şeriat ülkesi olmuştuk, Belki Cezayir veya Malezya olmuştuk.
Ama bu korkuların hiç birisi olmadı. Olamazdı da çünkü bunların olması için toplumun en azından önemli bir kısmının bunara taraftar olması gerekir. Oysa hiç birisinin önemli miktarda taraftarı yoktu. Şimdi de bölünmenin önemli sayılacak sayıda taraftarı yok. Bırakın Türkleri Kürtler arasında bile bölünme taraftarı nerede ise yok denecek kadar azdır.
Ama özerlik talepleri dile getiriliyor, ayrı bayrak isteği seslendiriliyor. Bunların hiç manası yok mu? Bence yok. Çünkü etnik yapıya dayanacak bölgesel özerkliğin gerçekleşmesi için; Bu istekte bulunan etnik yapının tamamına yakınının bir bölgede yerleşik olması gerekir. Kürtlerin hepsinin bir bölgeye toplanması fikri yine Kürtler tarafından kabul görmez. Hadi diyelim ki Kürtler bu işi istiyor. Türkler ve Türkiye yi idare edenler (hangi parti olursa olsun) buna müsaade eder mi?
BDP’ liler bunu dillendirerek; kendilerine göre bir politika ürettiklerini tabanlarına anlatmak istiyorlar. Ama kendi tabanlarında bile yeterli yankı bulamıyorlar. Kürtlerde biliyorlar ki; “Şekeri karıştırılmış bir bardak çaydan, şekeri ayrıştırmak” mümkün değildir
Bütün bunlar bize şunu gösteriyor. Toplumu kendi fikirlerine ikna etmek isteyenler; toplumun önüne Proje ve umut koyanlar başarılı oluyor. Bunun yerine korku ve paranoya koyanlara toplum pirim vermiyor. Ve başarısız oluyorlar.
Başarısız olmaya da mahkûmlar. Haritada bakınca hayır diyenler çoğunlukla “tuzu kuruların” ve toplum değerleri yaşamak istemeyen, budeğerlere hep mesafeli durmuş vatandaşların yaşadığı yerler olduğu görülür. Selamlarımla…
Yorum Yap