- 10.08.2010 00:00
Referandum nedeni ile son zamanlarda yakın tarihimizin fazlası ile acıklı, hiç hatırlanmaması gereken bu dönemi ile ilgili bilenin- bilmeyenin herkesin yorum yaptığı, yorum yaparken de yaşadıklarına değil de duydukları yalan yanlış bilgilere dayandıklarını gözlemlemekteyiz. Şahit olup bizzat yaşadıklarımdan yola çıkarak o günlere ilişkin düşündüklerimi sizlerle paylaşmak istedim.
12 Eylül 1980 tarihinde TSK emir-komuta zinciri içerisinde yönetime el koydu. Bu hareket için dış desteğin olduğu hem hareketi icra edenlerin zımni kabulü hem de destek verenlerin açık beyanları ile inkâr edilemeyecek bir gerçek olarak tarihe geçmiştir. Bununla beraber hareket içerden de azımsanmayacak destek bulmuştur. Çünkü terör olayları karşısında hem yönetimler hem de güvenlik güçleri aciz kalmıştı. Bu aczi yet sadece görevlilerin görevlerini yapmamasından veya yansızlıklarını kaybetmesinden değil terörün dış güçlerden aldığı desteği kesememesinden kaynaklanmıştır. Uluslararası menfaat odakları kendi menfaatleri için Türkiye’de terör olaylarını tahrik ve teşvik etmişler ,hem de maddi ve manevi olarak desteklemişlerdi.Tıpkı günümüzde olduğu gibi…
Her 12 Eylül yıldönümünde olayları bilen bilmeyen herkes şunu ağzına sakız etti"11 Eylül günü kan gövdeyi götürürken nasıl oldu da 12 Eylül günü bıçakla kesilmiş gibi, yasalar aynı, görevliler aynı olduğu halde terör bitti" bunu söyleyenler biliyorlar ki gerçek bu değil. Terör olayları 12 Eylülden sonra da azalarak da olsa bir süre devam etti. Ancak basına sansür konulduğu için duyulmadı. Bu arada 12 Eylül idaresi iktidara gelince terörün bir numaralı kaynağının İsrail olduğunu görünce hemen elçiliklerinin kapısına kilidi vurmaktan çekinmedi. Bu da terörün hayat damarını kesti. Bu durumu bile bile bazı eski politikacılar yukarda parantez içine aldığım tezi milletin önüne gerçekmiş gibi koydular. Peki bunu neden yaptılar. Bana göre böyle yapmakla kendi sorumluluklarının sorgulanmasının önüne geçmek istememişlerdir. Bu arada da İsrail’le ilişkilerin kesilmesi fikrini ısrarla savunan ve bunun için zamanın dışişleri bakanını gensoru ile alaşağı edenlerin haklılığını kamuoyundan gizlemek için yaptılar.
12 Eylül de yapılan işkencelere gelince, O tarihler de Cezaevlerinde yöneticilik yapmış biri olarak söyleyebilirim ki çok fazla ve insanlığa sığmayacak işkenceler yapıldığını hem duyduk hem de işkenceye maruz kalanları izleri henüz taze iken gördük. yapılan işkenceleri bırakınız yapmayı bunları düşünmenin bile insanı insanlığından çıkarmaya yeteceğini o günde düşündüm. Bugün de düşünüyorum.
Ama hakşinaslığın bir gereği olarak şu gerçeği belirtmeliyim ki yapılan işkenceler işkence yapan kurumları yöneticilerin yönetime yaranma işgüzarlığından kaynaklanmıştır. Büyük oranda bunun böyle olduğunu o günlerde müşahede ederek bu kanaate varmıştım. Bu yazdıklarım kimseyi temize çıkarma gayreti olarak algılanmamalıdır. O dönemi yaşayanlar ve o döneme ilişkin hatıraları okuyanlar hafızalarını yoklasınlar. Diyarbakır, Mamak, Metris gibi birkaç askeri cezaevi sayabileceklerdir. Bunlarda tamamen bu kurumları idarecilerinin marifetidir. Ama bu işkence konusunda 12 eylül idaresini aklamaz. Ben şuna dikkat çekmek istiyorum. Biz toplum olarak işkenceye karşı hassas nesiller yetiştirse idik, hak-hukuk bilen fertlerimiz çoğunlukta olsa idi "İnsan hakkı","Kul hukuku" kavramları yerleşmiş olsa idi .yakın tarihimizde yaşadığımız halende yaşamakta devam ettiğimiz bu gibi olayları yaşamaya bilirdik.
Unutmamamız gereken nokta bir daha 12 eylüller yaşamamak için önümüze çıkan her fırsatı değerlendirmemiz ,yeni nesiller yetiştirirken onlara hakkı adaleti ve hem kendi kültürümüzün hem de insanlılığın ortak değerlerini özümseyecek nesiller yetiştirmektir.Eğer böyle nesiller yetiştirmeyi İRTİCA sayarsak 12 eylül deki fırsatlar eline geçince babasına bile işkence yapmadan çekinmez.Şayet yerli düşüncemizle donatılmış hak hukuk bilen nesiller yetiştirirsek Hitler bile başa geçse işkence uygulayacak görevli bulamaz.Selamlarımla..
Yorum Yap