Bugün içinde yaşadığımız dünya, sömürü ve zulüm dünyası olarak karşımızda duruyor. Batılı kapitalistler yüz yıllardan beri sömürge düzenlerini ve zulümlerini sürdürürken karşılarında hakkı ve adaleti, küresel insan haklarını savunan bir güç yok. İslam gücü olarak Osmanlıyı bu zulüm ve sömürü tekerine çomak soktuğu için elbirliği ile yok ettiler.

        İslam imparatorluğu Osmanlı, kuvvetli olduğu dönemlerde dünyadaki tüm adaletsizliklere müdahil olmuştu.

        Almanlarla Fransızların sınır kavgalarında 15-20 yeniçeri kıyafeti saldırıları önlemeye yetmişti. Fransa sarayında kendi ailesine zulüm eden krala, Osmanlı sultanı yazdığı meşhur mektubuyla müdahil olmuş, zulmü sonlandırmıştı.

       İspanyada Endülüs’te dinlerinden dolayı zulüm ve kıyama uğrayan Yahudileri 520 yıl önce zulümden kurtararak memlekete getirip yerleştirmişlerdi. Yine aynı coğrafyadan Müslüman Arapların geride kalan az bir miktarını Osmanlı gemileri bu zulümden kurtarmıştı.

      Böyle zulümlere müdahale ederek adaletin tesisine katkıda bulundukları o kadar çok olay var ki, bunlar saymakla bitmez. Osmanlıdan sonra dünya mazlumları sahipsiz, özellikle Müslüman dünya da başsız kaldı. Bu sahipsizlik ve başsızlık İslam dünyasının ve öteki mazlum dünyanın parçalanıp, işgal ve sömürü altına girmesine sebep oldu.

      Son asırda her bahane ile Müslüman ve mazlum kanı akıtılırken, dünyada bu hukuksuzluğa dur diyecek bir adil otorite bulamadı. 1. Dünya savaşından sonra kurulan cemiyet-i akvam dünyayı sömürgecilere paylaştırma görevini gördü. Bizi de buna üye etmek için olmadık tavizler kopardılar.

    İkinci dünya savaşından sonra kurulan Birleşmiş milletler ise dünyanın beş sömürgeci ülkelerini patron kabul ederek onların kabul etmeyeceği hiçbir kararı almamayı kural edindiler. Bunlardan birisinin kabul etmediği bir karar en adil bir karar olsa bile, bir değer ifade etmeyeceğini açıkça kurala bağladılar. Bugüne kadar hiçbir mazlum toplumun derdine derman olamadı, olmadı. En iyi yaptığı iş ise Müslümanların canlarına, mallarına, ırz ve namuslarına tasallut eden en büyük düşmanları olan İsrail’e yandaş olmaktır.

       Esasen hepimizin yakından bildiği gibi bu teşkilatın ilk kararı Filistin de bir İsrail devletinin kurulmasını sağlamak olmuştu. İşte bu kuruluş bütün Müslüman ülkelerin sömürücüler eliyle sömürülüp, yok edilmesine kılıflar ve gerekçeler üreten bir yapı olmaktan başka bir işe yaramadı.

    Son 20 yılda komşularımızın başına gelen her türlü belada bu sömürü vasıtası teşkilatın imzası vardır. Irakta, Suriye de akıtılan kana seyirci kalmaktan öte teşvik edici oldu. Irak’a müdahaleye yeşil ışık yakarken Suriye ye müdahale etmeyerek zalimin elinde kıyıma uğramalarına sebep oldu.

    Ülkemizdeki Müslüman aydınlar ve siyasetçiler 50 yıldan beri bu zulüm çarkını dillerinin döndüğünce hem dünyada hem de ülkemizde haykırdılar. Ama gözleri olup, görmeyenler, kulakları olup duymayanlar, kalpleri olup hissetmeyenler buna her türlü organlarını kapattılar. Onların İslam birliği, İslam ortak pazarı, İslam nato’su, İslam parası gibi önermelerine dudak büktüler. Batılı ağababaları ve onların yerli işbirlikçileri bunlarla dalga geçmeye çalıştılar.

     Bu zulüm statükosuna son 6-7 seneden beri Tayyip Erdoğan da karşı çıkmaya başladı. Bugün batının ve içerdeki paralelcilerin ona yönelik algı operasyonu bundan dolayıdır.

     Yaptıkları zulümlerle İslam dünyasındaki genç beyinleri ve vicdanları çıldırttılar. Bugün yaşadığımız, el kaide, ışıt gibi çılgınlıklar, Müslüman halklara uygulanan bu zulüm ve sömürünün eseridir. Eserleri ve yarattıkları bataklık onları helak edecek hastalıklar üretecektir.

    Bu zulümlere dur demenin tek çaresi, hem Müslümanların hem de tüm insanların sömürüden, zulümden kurtulması için, kuvveti değil hakkı üstün tutacak yeni bir dünya, yaşanabilir bir dünya düzeni kurmaktan geçiyor. İnşallah ufukta bu birlik ve düzeni kuracak ışık var, ben şahsen görüyorum.

     Selamlarımla…