- 15.08.2013 00:00
Müslüman toplumlar geçen yüzyılın başında hilafeti kaybedip parçalanıp başsız kalınca teker, teker işgale uğrayıp kendi dinlerinden uzaklaştırıldılar. Birçok ülkede din yasaklandı. Birçoğunda da görünüşte dini kurumlar var olmaya devam ettikleri halde dini anlayışlarının içi boşaltılıp, batılı değerlere aykırı gördükleri din değerlerini öğretmek, öğrenmek yasaklanarak yeni nesiller batı medeniyetinin zebunu olarak yetiştirilerek bu değerlerin sürekli iktidarda olması sağlandı. Bu iktidarlara toplumları, ümmet fikrinden uzaklaştırıp, ulus fikrine getirip, sınırları gibi uyduruk ulus devlet ideolojileri aşıladılar. İslam milletini (ümmetini) yapay olarak ulusçuluğa Müslüman halklara rağmen çevirdiler.
19. yüzyıla kadar sömürü için izlenen yol, bir ülkeyi ordularla işgal edip, buraya kendi menfaatlerini azamı derecede gözetecek bir işgal komiseri atayarak gerçekleştirilirdi. Daha sonra bunun çıkmaz yol olduğuna karar verilerek ülkeleri kültürel olarak işgal edip, sömürülmek istenen ülkenin kendi idarecilerini işgal komiseri yaparak ordularla işgal etmeden o memleketin ordusunu kendi sömürülerine alet ederek yapmak moda oldu. Sömürüye karşı gelecek halk kesimlerini kendi orduları ile terbiye etme modasını geliştirdiler. Yani yabancı işgalcilerin yerini yerli işgalcilere verdiler. İşte günümüzde İslam ülkelerinde süren mücadele özellikle Müslüman halklarla yabancıların menfaatleri için kendi halkını kırmaktan çekinmeyen yerli işgalciler arasında cereyan ediyor.
Bugün istisnasız tüm İslam ülkelerinde(Türkiye’yi dışarıda bırakırsak) durum aynıdır. Bu ülkelerde ister monarşi olsun ister cumhuriyet olsun değişen bir şey yok. Hepsinin ideolojisi, yapay ulusçuluktur. O kadar yapaydır ki, aynı ırktan gelenleri bile ayrı uluslar olarak dizayn ettiler. 300 milyonluk Arap ırkından 30 devlet, yine o kadar Türk den de onlarca devlet türettiler.
Komşularımızdan başlayacak olursak; hemen yanı başımızdaki Suriye de 50 yıldır baasçı faşist ulusalcı askeri yönetim idaresini komünistlerin desteği ile sürdürüp ülkesindeki Müslüman halka sayısız katliamlar uygulamış, bu fayda etmeyince de topyekûn imha planı uygulayarak kendi halkını soykırıma tabi tutmaya başlamıştır. Bu olaylar karşısında İslam ülkelerinin idarelerini vesayet altında tutan sömürgeciler diğer İslam ülkelerinden bu mazlumlara el uzatılmasına müsaade etmedikleri için Türkiye dışında hiçbir İslam ülkesinden maddi yardım bile edilemiyor.
Diğer bir komşumuz Irakta ise, sömürgeciler kendi kuklalarının sözlerini dinlemediğini söyleyerek onu devirmek üzere ülkeyi işgal edip milyonlarca Müslüman’ı katlederek, milyonlarca kadının namusunu ayaklar altına almışlar, mabetlerinde toplu katliamlar uygulamışlar. Zalime güç yetirecek, söz dinletecek bir tek Müslüman güç olmadığı için bu zilleti kabullenmek durumunda kalmışlardır. Hatta bazı idarecilerle sözde İslami yapılar bile katil ve tecavüzcü işgal kuvveti askerlerine dua etmişlerdir. Silahlı güçleri olmadığı için işgali defedemeyen bölge Müslümanları olaylardan sonra işgal altındaki Müslümanları bölüp iç savaşa sürüklenmesine çanak tutmak ahmaklığını dahi göstermişlerdir.
Bu iki ülkede 1. Dünya savaşından sonra sınırlar çizilirken batılı işgalciler ülkelerdeki azınlıkları çoğunluğun tepesine dikerek devamlı huzursuzluğu sağlamışlardır. Suriye de azınlık Nusayrileri çoğunluk Sünni Müslümanların başına dikmişlerdir. Irakta ise azınlık Sünni Arapları çoğunluk Şiilerin tepesine koyup, onların katline sebep olmuşlardır. Böylece bu iki ülkedeki ırkçı Arap milliyetçisi idareler faşizan Baskları sayesinde ayakta kalabilmişlerdir.
İran da 1. Dünya savaşı sonrası sonrasında Rusya’nın ülke üzerindeki etkisini azaltmak üzere Pehlevi hanedanını batılı ideolojinin zebunu kılarak sömürü çarkını bu haneden üzerinden yürüterek halkın zenginliğini sömürmüşlerdir. Zaman, zaman petrollerin millileşmesini savunan başbakanlar gelmişse de çabucak defterleri dürülmüştür. Bu durum 1979 yılına kadar devam etmiş, bu tarihte insanlık tarihinin gördü en önemli sivil ayaklanma ile İmam Humeyni önderliğinde devrim gerçekleştirilmiştir. Buna tahammülü olmayan batılı sömürgeciler, bölgedeki kuklalarında Saddam Hüseyin’i kullanarak 8 yıl savaştırmışlar ve kimyasal silahlarla İran halkını dize getirebilmişlerdir. Rahmetli Humeyni “zehirden acı” dediği ateşkesi imzalamak zorunda kalmıştır.
Diğer İslam ülkelerinden körfezdeki Arap devletlerinde zaten devlet denecek bir yapı olmadığı için kral ve emir ailelerini elde ederek, onları bölgedeki kuvvetli devletlere karşı koruma bahanesi ile korkutup sömürmeye devam etmektedirler. Dünya petrol rezervlerinin çok büyük bir bölümünü elinde bulunduran İslam ülkelerinin bu zenginlikleri ile batıyı dize getirme güçleri varken buna yeltenen idarecileri hiç vakit kaybedilmeden uzaklaştırılarak mevcut idarelere etkin gözdağı verilmektedir.
Hindistan Müslümanlarının durumu da diğer İslam ülkelerinden farklı değil. Dünyada en çok Müslüman nüfusu barındıran bu kıtada Müslümanlar uzun süre batı destekli Hindu mezalimine tabi tutulmuş, bağımsızlık mücadelesinden sora Hindulardan ayrılıp kendi devletlerini kurmak isteyince aralarına fitne sokularak parçalanmışlar Pakistan ve Bangladeş olarak iki ülke çıkmış ancak fakirlik ve cehalet prangası ikisini de batıya köle etmiştir. Pakistan da yetişen başta Allame Mevdudi olmak üzere İslam âlimleri toplumu İslami yönden belli bir düzeye getirmelerine rağmen içlerinde bile ümmet birliğini, İslam kardeşliğini sağlayamadıkları için iktidarda kalıcı olamamışlar, aralarından çıkan Müslüman komutan ve idarecilerde rahmetli Ziya-ül Hak gibi suikastla yok edilmiştir. Kendilerini savunacak nükleer silahları dolayısı ile emperyalistlerin sürekli taarruzu altında inletilmektedirler.
Orta Asya da uzun süre esaret altında kalan Müslüman toplumlar ise zaman içinde Rusya’nın fikri kölesi oldukları için kendi değerlerini unutmuşlar, kendi değerleri yerine batının değerleri üzerinden Müslümanlara düşmanlıkta batıdan geri kalmamaktadırlar. Bunun istisnası Rahmetli Ebülfez Elçibey kısa süre iktidarda kaldığında ülkemizde masonluğu ile şöhret bulan bir liderin hıyaneti sayesinde hem savaştığı Ermenilere karşı yalnız bırakıldı. Hem de ülkesindeki Rus yanlısı eski politbüro üyesi Aliyev tarafından darbe ile indirilmesi sağlanmıştır. Bugün ülkede iktidarda bulunan ikinci kuşak Aliyev Rusya ve İsrail’e uşaklık ederek ülkede sokakta başını örten Müslüman kadınları bile hapsediyor.
Uzak doğu Müslümanlarının durumu zaten içler acısıdır. Ülkelerindeki zalim Budistler tarafından vahşice katledilmesine rağmen hiçbir yerden imdada yetişecek bir şefkat eline ulaşamamaktadırlar. İnsanlık tarihinde görülmemiş yöntemlerle öldürülmesini vicdanı kararmış batı hâkimiyetindeki dünya zevkle seyretmektedir.
Afrikalı Müslümanların durumu zaten hepsinden beter bir sefalet ve zulümle devamlı kötüye gidiyor. Somali’nin yıllardan beri içinde bulunduğu sömürü ve şiddet sarmalı azalacağına çoğalarak devam ediyor. Yemende de durum aynı. Burada da geçmeyen zamanların geçmeyen kahpe devranı değişmek bilmeden zulmünü icra ederek adeta zamanı durdurup hayatları geçirmektedir. Zaman ve kahpe devran duruyor, ne zaman ilerliyor nede devran dönüyor. hayatlar azgın bir zulüm nehrinde hızla akıp gidiyor.
Asırlardan beri özelliklede geçtiğimiz asrın başından beri tüm coğrafyamız esaret altında inim inim inlemektedirler. Buna karşılık ilk uyanışın başladığı Mısırda ve ülkemizde beklenilen mesafe kaydedilememiştir. 1928 de ilk uyanış hareketinin başladığı Mısırda Müslümanların başına gelenleri televizyonlardan canlı olarak, içimiz kan ağlayarak seyrediyoruz. Daha bir sene önce iktidara gelen bir hareketi Türkiye hariç tüm dünyanın alkışları ile alaşağı edip meydanlarda katliama tabi tutuyorlar.
Bu darbe zannedilmesin ki, sadece Mısıra karşı yapılıyor, bu darbe aynı zamanda Türkiye'ye ve Tayyip Erdoğan’a karşıda yapılıyor. Başbakanımızın başlattığı Dünya Müslümanlarının uyanış hareketinin önünü kesmek üzere önce ülkemizde yapılmak istendi. Ancak bizdeki batı yanlısı darbeciler içeride olduğu için bu başarılamadı. Onun yerine Mısır'da önü kesilmek istendi. Çünkü hem gezi olayları hem de Mısırdaki darbenin esas nedeni Tayyip Erdoğan’ın Gazze ziyaretinin engellenmesi için planladığı o kadar açık ki görmemek için insanın kör olması gerekir.
Daha iki ay öncesine kadar bu iki ülkede de her şey yolunda giderken Gazze ziyareti işi ciddiye binince düğmeye basıldı. Eğer bu ziyaret gerçekleşseydi, İslam dünyasında eşi görülmemiş bir uyanış başlayacaktı. İsrail’in ve ona yardım eden bölgedeki ABD güdümlü idareleri için sonun başlangıcı olacaktı. Buna müsaade edemezlerdi, nitekim etmediler. Bugüne kadar uyanışa yönelik her hamlenin önünü keserek buna yeltenen liderlerin başına gelenleri unutmamamız gerekir.
Geçmişte rahmetli Erbakan hocamızın başına getirilen zulümleri saymaya kalksak bir kütüphane dolusu kitap olur. Meşhur D-8 ülkelerinde bu anlaşmaya imza atan ülkelerdeki idarecilerin başına gelenleri yazsak korku filmlerini aratmaz. Mısırda ilk uyanış hareketini başlatan Başta Hasan El Benna, Seyyid Kutup gibi şehitler sayılmakla bitmez. On sene boyunca Rahmetli imam Humeyni ye yapılanlar unutulacak gibi değildir. Rahmetli Ziya-ül Hak’ın ölümü hala vicdanları kanatan insanı kahreden bir kalleşlik örneği olarak tüm detayları ile biliniyor. Pakistan ulemasının çektikleri destanlara konu olacak değerdedir.
Afganistan’ın durumunu özel olarak sona bırakmak istedim. Çünkü bu ülkedeki Müslümanlar 30 seneden beri tüm olumsuzluklara rağmen cihad bayrağını dalgalandırmak için canını dişine takıp direnen tek İslam toplumu olarak ümmetin göz bebeğidir. Tüm İslam dünyasında ki ümmet nezdinde itibarsızlaştırma hareketlerine uğratılıp, buraların satılmış idarecilerinin gözden düşürme propagandalarına rağmen tüm ümmetin duaları ve yüce yaratana güvenlerini hiç kaybetmeyen imanları sayesinde dünya egemenlerini kendi silahları ile dize getirme başarısını gösterdikleri kutlu mücadeleleri sayesinde ümmetin gönlünde taht kurdular. Umarım bu kutlu mücadele ümmete yeni bir kurtuluş meşalesi gibi yol gösterecektir.
İslam ülkelerinde halkın uyanışını batı desteğine bağlayanlar ile Tayyip Erdoğan’ın arkasında AB ve ABD’nin olduğu tezleri artık yerle bir olmuştur. Arap ülkelerinde uyanış hareketleri başladığında birçok çevre ve hatta bazı İslami kesimler bile, bu halkların gücünü küçümseyerek “bu işi batı tezgâhladı” tezine sarıldılar. Bu tez çökmüştür. O günlerde yazdığımız yazılarda bunun halkların kendi dinamikleri ile yaptıklarını ve kendilerine öz güvenlerinin de Türkiye sayesinde olduğunu not etmiştik.
2002 yılından beri ülkemizde de aynı tez çokça dillendirilmiştir. Hatta 1 Mart 2003 tarihine kadar bende aynı görüşteydim. Bu tarihte meşhur tezkere meclisten geçmeyince bu fikrim değişmeye başladı. İktidarın izlediği dış politikaya dikkat kesildim. Daha o günlerde iktidarın “Müslüman’ca” bir dış politikasının izlerini gözlemlediğimi anlatmaya başlamıştım. İktidar içte bazı önemli politika yanlışları yapsa da dış politikada çok önemli açılımlar sergilemişti. Tıpkı mısırda Mursi’nin iktidarda önemli hatalar yapmasına rağmen Mısırın Filistin politikasını kökten değiştirmesi kendisine yapılan darbenin esas sebebi olduğu gibi ülkemizde de iktidara karşı darbe girişimlerinin egemen güçlerce desteklenmesinin esas sebebi iktidarın başta Filistin politikası olmak üzere izlediği dış politikadır.
Mısırda darbeyi başaranlar halen Türkiye de, de darbeden vazgeçmiş değillerdir. 28 Temmuz 2011 tarihinde tüm kuvvet komutanlarının Başbakana kafa tutarak onu tehdit ederek darbe yapmak istemiş, ancak ertesi gün hepsi istifa etmek mecburiyetinde kalmışlardı. O günden sonra orduyu kurumsal olarak kullanıp darbe yapma imkânı kalmadığından egemen güçler ve içerdeki uşakları çapulcuları meydanlara sürerek, yakıp yıkma ile hükümeti düşürmek istemişler, şimdilik bunu başaramamışlardır. Ancak onlar için “bu şarkı burada bitmez” dönemi başlamıştır. Bundan sonra her fırsatta toplu ayaklanmayı kışkırtıp denemekten geri durmayacaklardır.
Bütün bu yaşananlar Müslümanlar için yeni bir umut ışığı belirmesine sebep olmuştur. Türkiye ve Mısır İslam dünyasının lideri olacak iki devlettir. Bugüne kadar batı her iki ülkedeki kukla idareleri kullanarak bunları birbirine yaklaştırmamak için tüm güçleri ile çalışmışlardır. Şimdi gelinen bu noktada iki ülkedeki halk çoğunlukları birbirlerine çok yaklaşmışlardır. Eğer seçim süreçlerine zarar gelmezde, bu ülkelerde serbest seçimlerde iktidarlar belirlenirse bundan sonra hem batının hem de İsrail’in işi zora girecektir. Dış politikada Mısır Türkiye ve Pakistan çekirdeği etrafında kümelenme olacak ve başta D-8 olmak üzere mevcut yapılar kendi halklarına dayanan idareler sayesinde halklarına zulmeden krallıklar ve diktatörlükler çökecek ve batılı sömürgecilerin sömürülerine tedricen de olsa son verilecek adımlar daha kolay atılacaktır.
Son bir asırdan beri çekilen sancıların ve sıkıntıların adını iyi koymak lazımdır. İslam toplumları kendilerine dayatılan ve deli gömleğine benzeyen “Ulus Devlet” ideolojisini hiç benimsemediler. Onlar kendilerinin “İslam Milleti” olduğunu karşılarındaki dünya güçlerinin de “Küfür Milleti” olduğunu biliyorlardı. Onun için eli sopalı zorba idarecilere rağmen İslam birliği idealinden hiç vazgeçmediler.
Bugün bu uyanış Müslümanların “ulustan ümmete'' geçiş sancılarıdır. Bu uyanış gönüllerde ve beyinlerde Hz. Muhammed'in (s.a.v) ümmeti olma fikrinin yeniden ihyasıdır. Bu uyanış hareketleri Kuran ve sünnet temelinde Müslüman fertler ve İslam toplumu inşasıdır. Hedef büyük olunca onun uğrunda verilen mücadelede çok ağır ve sancılı olacaktır. Kazancı ve mükâfatı da hem Dünya hem de ahret mutluluğu olacaktır. Yeter ki bizler Allaha (c.c) ve ona olan imanımıza güvenerek onun yolunda tavizsiz mücadele edelim. Zafer yakındır ve zafer inananlarındır.
Yorum Yap