İNSANLIK ONURU VE PEYGAMBER (S.A.V) EFENDİMİZ

  • 24.04.2013 00:00

 

                  

            Her yıl olduğu gibi bu senede efendimiz(a.s.v)’in kutlu doğumunu idrak ediyoruz. Diyanet işleri başkanlığı önderliğinde yapılan kutlama faaliyetleri, her yıl değişik bir tema ile yapılıyor. Geçen seneki tema efendimiz(s.a.v) ve kuran-i kerim idi. Bu sene, peygamberimiz (s.a.v) ve insanlık onuru olarak tespit edilmiş.

           Dünya kuruldu kurulalı “onur” kelimesi kâinatın efendisine yakıştığı kadar hiç kimseye yakışmamıştır. Bu konuda çok laf edilebilir, ciltler dolusu kitaplar yazılabilir. Ama ilk insandan günümüze kadar geçen insanlık tarihinde insan onurunu sağlamada en etkili yolun insanlar arasında adaletin sağlanmasından geçtiğini hepimiz biliyoruz. Adalet olmayan yerde zulüm ve sömürü vardır. Zulüm ve sömürüye uğrayan insanın onuru çiğnenmiş canı, malı, namusu, inancı pay-mal edilmiş işkenceye tabi tutulmuş köleleştirilmiştir.

          Allahın indirdiği ile hükmetmeye yanaşmayan, gücüne güvenerek, kendi heva vehevesine göre kanun koyan insanların yönettiği toplumda da zulüm ve işkence kaçınılmaz olur.

         İlk insan ve ilk peygamber Hz. Âdem(a.s.) devrinden başlayarak insanlar ya onurlu ve adaletli idareyi seçmişler veya kendi güçlerine güvenerek, haklarına razı olmayıp kuvvetle kendilerine imtiyaz temin eden zalimliği seçmişlerdir. Malum Habil ile kabil olayı bunun ilk ve tipik örneğidir. Zulüm öylesine nefsehâkim olur ki, insan kardeşine bile zulmetmekten çekinmez.

       Efendimizin(a.s.v) dünyaya teşrif buyurdukları zaman ve mekânda böyle bir durumdaydı. Güçlüler zayıfları eziyor, kendilerini asil görenler soyca kendilerinden olmayanlara ikinci sınıf insan muamelesi yapıyorlardı. İnsan onuru ve gururu ayaklar altına alınmış, kadına insan muamelesi yapmak düşünülemezdi. Kendi şahsi ihtirasları ve servet düşkünlükleri insan onurunun önüne geçtiği için kız çocukları diri, diri toprağa gömülüyordu. Onursuzluk ve korkaklık neredeyse gözü açıklık gibi algılanıyordu. Bedir savaşından önce kervanı ile kaçıp malını kurtaran Ebu Cehil “benim onurum develerin sırtındaki malımdır” diyecek kadar onursuzlaşmıştır.

        Daha nübüvvetten önce, kâinatın efendisi, Mekkeli bir kısımvicdanlı insanla beraber insan onuru için mücadele edecekHılfılfudul teşkilatını kurup toplumdaki onursuzlukla ve haksızlıklarla mücadele etmiştir. Nübüvvetten sonrada tüm gayreti insanları onura, adalete ve güzelliklere çağırmak olmuştur.

      Mekke devrinde onursuz Mekke müşriklerine karşı insan onuru için mücadele verdiğinden, o devirde onuru ayaklar altına alınan başta köleler olmak üzere, tüm mazlumlar efendimizin çağrısına koşarak icabet etmişlerdir. Bu sayede hepsi de onur ve izzet kazanmışlardır. İslam tarihi bu olayların teferruatı ile doludur.

      Medine devrinde İslam hâkim olup çoğunluk Müslümanlara geçince de Müslüman olmayan, kendileri gibi düşünmeyenlere tebliğden başka bir zorlama yapılmamıştır. İsteyene inancına göre hayat sürmek, inandığı ve tasdik ettiği, hukuka göre yaşamak, suç işlediğinde de kendi hukukuna göre yargılanmak hakkı verilmiştir. Hiçbir zaman biz çoğunluğuz, hâkim unsur biziz, bizim gibi yaşayacak, bizim dilimizi öğrenecek, kendi diliniz konuşmayacaksınız demedi. Aksine inanmayan ve azınlık durumunda olanlara sadece içinde bulunduğumuz şehri savunmakta yardım edeceksiniz, bizi savaşta arkadan vurmayacaksınız dendi. Kendi inancında direnene de, “sizin dininiz size bizim dinimiz bize” denilerek onların onurları korunmuştur. Yaptığı savaşlarda o güne kadar görülmemiş derecede insan onuru gözetmiş, düşmanlarınınbile onuruna azami dikkat gösterilmiştir.

        Müslümanların çok uzun süre meşakkatli ve çileli hayat yaşanmasına sebep olan Mekkeli müşriklerin dahi Mekke fethinde onurlarının kırılmamasına dikkat edilmesini emretmiştir. Müşriklerin hepsi, fetihten sonra kendilerinden intikam alınacağını beklerken, onların can ve mal güvenliklerine dokunulmamıştır. İnsanlığın gördüğü ve göreceği en yüksek onur dikkatine bu fetih de şahit olunmuştur.  

      Bana öyle geliyor ki; bu yıl kutlu doğum kutlanırken bu temanın seçilmesi tesadüfî değildir. Yürütülen barış süreci konusunda efendimizin(a.s.v) mübarek öğretisi ve hayatının aydınlatıcı özelliğinden istifade edilmek istenmiştir. Bunun içinde diyanet teşkilatını alkışlamak gerektiği kanaatindeyim.  

      Bin beş yüz sene çeşitli dinlere, ırklara mensup insanlar kendi dinlerini, yaşayarak, dillerini konuşarak ve öğrenerek, dillerini eğitimlerinde kullanmasına müsaade edilerek adalet içinde yaşatmış olan Müslüman imparatorluklar, onur konusunda hiç kimsenin eleştirisine uğramamıştır. Ancak son yüzyılda, din toplumsal hayatın dışına itilerek, batıcı, sekuler idare ve hukuk anlayışı alındıktan sonra, vatandaşları tek tipleştirme ideali nedeniyle Türk olmayan Müslüman unsurlar ile Müslüman olmayan diğer din mensuplarının kendi dilleri ve dinlerini yaşatma gayretleri hep bastırılmıştır. Bunu neticesi azınlıklar Anadolu’yu terk etmiş, Müslüman olup Türk olmayan unsurlar ve dinine bağlı yaşamak isteyen çoğunluk, hep isyanlara zorlanmıştır. Çerkez isyanları, Kürt isyanları ve birçok yerdeki dini isyanlar olagelmiş devlette bunları hep “iç düşman” olarak nitelemiş ve silahla bastırmıştır.

      Umuyorum ki bu sene kutlu doğum haftası bu tema ile işlendiğinde bu gerçekleri görmemize ve kendi ırkımızı üstün görerek başkalarını yok sayma alışkanlığını terk etmemize yardım eder. Efendimizin (s.a.v) hürmetine kendimizin de bizim gibi düşünmeyenlerinde, insanlık onuruna dikkat eden bir anlayış biran önce memleketimizde tesis edilir. Eğer biz bu peygamberin ümmeti olduğumuz iddiasında isek herkesin onurunun adaletten geçtiğini veherkesin adaleti hak ettiğini unutmamalıyız.

      Selamlarımla…..

     

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Biz Bolulular (www.bizbolulular.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Mobil Uygulamalarımız

IOS UygulamamızAndroid Uygulamamız