80 YILDAN BERİ BEKLENEN DÜZENLEME

  • 17.01.2013 00:00

 

 

                      
 
          Basından izlediğim kadarı ile ceza infaz kurumlarının dış güvenlik hizmetleri cezaevleri idarelerine devredilecekmiş. Bu konu ülkedeki tüm siyasi partilerin üzerinde ittifak ettiği bir konu olmasına rağmen bir türlü hayata geçirilemeyen netameli konuların başında geliyordu.
          Cumhuriyet’in kurulduğu ilk yıllarda, cezaevleri yapılandırılırken, cezaevleri adalet bakanlığına bağlanmış, ancak yeterli kaynak ve eleman olmadığı için dış koruması geçici olmak kaydı ile Jandarma vazife ve salahiyet nizamnamesine eklenen 2 madde ile bu görev jandarma teşkilatına verilmiştir.
          Ancak uzun süre maddi kaynak yetersizliği ve askeri vesayet ile boğuşan devlet, bu düzenlemeleri yapmakta geç kalmıştır. Bilebildiğim kadarı ile bu geçici durumun düzeltilmesi için 1950li yıllarda ilk teşebbüs gerçekleştirilmiş ama başarılı olunamamıştır.
          Adalet bakanlığı hemen her siyasi dönemde, hem cezaevlerinin dış güvenlik hizmetleri, hem de adliyeye bağlı adli zabıta konusunu hep gündeme getirmesine rağmen askeri vesayet odaklarını ve maddi imkân yetersizliğini bir türlü aşamamıştır.
          12 Eylül döneminde her konuda olduğu gibi bu konuda da güvenlik güdüsü ile hareket edildiği için cezaevlerindeki “çift başlılık” şikâyetlerini gidermek için dış güvenlik elemanlarını sivilleştirmek yerine cezaevlerinin hem iç, hem dış idaresinin tamamını içişleri bakanlığına bağlamak istemiştir. Bunun için yasa çalışması başlatılmış, hatta yasa çıkarılmıştı. Dönemin adalet bakanı Cevdet Menteş Bey buna engel olmak istemiş, başarılı olamayınca istifa etmiştir.
          Bu yasanın çıkışı ile adalet bakanlığı bürokrasisi çocuk ıslahevlerinin hiç olmazsa adalet bakanlığında kalmasını temin etmişler, İmralı açık cezaevi de ıslahevi statüsüne getirilerek içişlerine devredilecek açık ve kapalı cezaevlerindeki döner sermaye atölyelerinin sermaye, araç ve gereçleri ıslah evlerine devredilmişti. Tüm cezaevlerinin içişlerine devrine ramak kalmışken, 1983 seçimleri yapılmış, ANAP tek başına iktidara gelince devir işlemlerini durduran bir yasa çıkarmış ve cezaevlerinin tamamının askere verilmesinin önüne geçmiştir. Birçok konuda reform yapan ANAP iktidarı bu konuda gerekeni yapamadı.
          ANAP iktidarından sonra gelen DYP-SHP koalisyon hükümeti ve onun SHP li adalet bakanı Seyfi Oktay bu konuya el atarak yeniden gündeme getirdi. Hükümetin Meclisten aldığı Kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi gereğince cezaevlerinin yeniden yapılandırılmasına dair bir kararname çıkarılarak aynen şimdiki tasarıda olduğu gibi cezaevlerinin dış korumasını bakanlığa bağlamak istemişti. Ancak o dönemde eski adalet bakanı Oltan Sungurlunun çabaları ile konu anayasa mahkemesine gönderilerek yetki kanununun iptali sağlanarak konu bir başka bahara ertelenmişti.
          Bu yasanın iptal başvurusu gerekçesi ise dönemin adalet bakanı olan Seyfi Oktay’ın alevi olması nedeniyle kendisine silahlı alevi birlikleri oluşturacağı gibi gülünç ve saçma bir iddia idi. Oysa Seyfi Oktay alınacak 19.000 kişinin yaklaşık 10 sene de tamamlanmasını öngörmüştü. Ama başka bir mantıklı gerekçe bulunamadığı için halkın hassasiyetleri istismar edilerek karşı çıkmanın yolunu bulmuşlardı. Netice olarak yetki kanunu anayasa mahkemesinde iptal edilince düzenleme bir başka bahara kalmıştı.
          Ak parti iktidara gelince ülkemizde müzminleşmiş adli konulara el atmaya başladı. Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazı hakkındaki kanun, TCK ve CMK’ ları yeniden yapılırken bu konu gündeme getirmek istenmiş ancak etkisi süren vesayet rejimi gereğince bu konuya herhalde teşebbüs etmeye çekindiler.
          2008 yılında başlayan Ergenekon soruşturmaları ülkedeki vesayet rejiminin etkisini azaltınca ve özellikle 2010 yılındaki anayasa değişikliğinden sonra bu konuda düzenleme yapmanın önünde engel kalmadığını düşünmüş olmalılar ki bu düzenlemeye girişmişler. Umarım tasarladıkları gibi olur ve öteden beri geçici olarak jandarmaya verilen cezaevlerinin dış koruma hizmetlerini sivil cezaevi idarelerine verirler.
          Aslında adliyelerin bundan daha önemli bir konusu da “adli zabıta teşkilatı” kurulması olayıdır. Çağdaş demokrasilerin hepsinde yargı bağımsızlığını sağlamada önemli bir enstrüman olan bu konunun adaletin daha hızlı ve daha etkin olarak işlemesi özellikle delillerin zamanında toplanması sanık ve tanıklara daha kısa sürede ulaşılması ve yargılama süresini asgariye indirilmesi açısından hayati öneme sahiptir. Ağını açan herkes “gecikmiş adalet adaletsizliktir” diye ahkâm keserler ama kimse adli zabıta konusunu dile getirmeye yanaşmaz.
          İşin daha da garibi, bundan 20 sene 30 sene önce, adli teşkilat daha yüksek sesle adli zabıta talebinde bulunurken, son 10-15 seneden beri özellikle hâkim savcılarımız bu talepten vazgeçmiş gibiler. Benim düşünceme göre; ya çokça dile getirdikleri halde yapılmayınca bu taleplerden yoruldular, ya da zabıta yönetme konusunda sorumluluk almaktan sakındıkları için mevcut duruma razı oldular.
          Ama adaletin süratle tecellisine yardımcı olacağı konusunda kimsenin kuşku duymadığı bu teşkilatın kurulması için, başta hâkim savcılarımız olmak üzere, yüksek yargının ve yüksek kurulların özelliklede adalet bakanlığının bu konuda ısrarcı olmalarında ülkemi adaleti için yarar olduğunu düşünüyorum.
          Selamlarımla…

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Biz Bolulular (www.bizbolulular.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Mobil Uygulamalarımız

IOS UygulamamızAndroid Uygulamamız