- 31.10.2012 00:00
Bu kelimeyi ilk kez 1960ların sonunda Hindistan la ilgili bir haber de duydum. İzlediğim haberde, İngiltere ye karşı bağımsızlık mücadelesi veren Hintli lider Gandi’nin, açlık grevine giderek mücadelesindeki haklılığını dünyaya kabul ettirdiği anlatılıyordu.
İkinci kez duyduğumda ise; idare olarak açlık grevine muhatap olmuştuk. 1979 yılında Mısır büyükelçiliğini basıp, diplomatları rehin alarak bir bekçi ile bir polisi şehit eden Filistinliler,( MervanSevanu, Mustafa Beşişi, Süleyman Ebuzerad,) İdam cezası alarak, 1981 yılı başlarında Ankara Ulucanlar cezaevine getirildiğinde, uygulamaları beğenmeyerek açlık grevine başladılar. İlk kezkarşılaştığımız bu durum karşısında şaşırmıştık.
Açlık grevine gidiş nedenleri de, kendilerini diğer hükümlülerin yanına vermememizdi. Hem kendilerinin can güvenliği hem de, kaçmalarını önlemek için müşahede odalarına koymuştuk. Onlarda onun için açlık grevine gittiklerini söylüyorlardı.
Ne tepki vereceğimizi, nasıl davranacağımızı bilemiyorduk. Esasında bakanlıkta bilmiyordu. Bu hükümlüler bize, “isteklerimiz karşılanana kadar yemek yemeyeceğiz” diyorlardı. Bizde onlara “siz bilirsiniz, yemezseniz yemeyin” diye karşılık veriyorduk. Olayı pekte ciddiye almıyorduk. Araştırmalarımız sırasında, o dönemde yüksek seviyede makam işgal eden bir bürokrat dostumuz, olayın ciddiyetini anlattı.
Bu beladan nasıl kurtaracağımızı sorduğumuzda da; “bunu kırmanın bir yolu var. Ama insan haklarına aykırı olabilir” dedi. Bunun ne olduğunu sorduk. Greve giden insanların yanında iştahla yemek yiyecek insan koyup, onun sürekli atıştırmasını sağlarsanız büyük bir ihtimalle dayanamayıp vazgeçebileceklerini anlattı. Bizde denedik, hemen sonuç verdi. Sabah başladıkları açlık grevini ikindi vaktinde bıraktılar.
1980lerde özellikle askeri mahkemelerde yargılanan, ceza alan, sol terör örgütü mensupları cezaevlerindeki bazı uygulamaları ileri sürerek, birçok defa açlık grevine gittiler. Yanlış hatırlamıyorsam ilk kez cezaevlerindeki tek tip elbise uygulaması için gittiler. Ondan sonrada süreklilik kazandırıp, birçok olay için bu eylemi yaptılar. Hep aynı eylemi yapıp bıraktıkları için hiç birisinde umdukları sonucu alamadılar.
Ülkemizde toplu açlık grevlerine gidişin sebebi, örgütlerdir. Örgütlü suçlardan tutuklanan veya mahkûm olanlar, sıkı örgüt disiplini ile açlık grevine götürülürler, kimi zamanlar da zorlanırlar.Kitle psikolojisi ile içerdeki insanları motive edip, içlerinden gönüllü kurbanlar seçer, bunları açlık grevi yerine, süresiz ölüm orucuna yönlendirerek, ya ölümlerini veya sakat kalmalarını sağlarlar. Daha sonrada onları kahramanlaştırıp, sonradan örgüte girenlere “rol model” olarak sunarlar.
Yaşadığımız ikinci önemli açlık grevini 1980lerin ortalarında, yine Ulucanlar cezaevinde yaşadık. O dönemde sol örgüt mensubu, 40 kadar tutuklu ve hükümlü cezaevi idaresinin yetkilerini aşan bazı taleplerle grev başlattılar. Bu isteklerden birisi, kendilerinin savaş esiri sayılarak, Cenevre konvansiyonunun uygulanmasını istiyorlardı. Taleplerini devrin başbakanı rahmetli Turgut Özal’a intikal ettirdik. Oda basına, hükümlülerin bu taleple açlık grevine gittiğini açıklayınca basın bunlara verdiği desteği çekmek zorunda kaldı. Yinede inatla sürdürmeye çalıştılar.
Biz o zaman bunların kendi istekleri ile değil örgütün lider kadrosunun korkusu ile hareket ettiklerini anladık. Kendileri açlık grevine gitmeyen yaşlı başlı iki lideri odama çağırarak, basın toplantısı düzenleyip, tutuluları tehditle açlık grevine sevk ettiklerini söyleyeceğimi, kendilerine iki saat mühlet verdiğimi aksi takdirde dediğimi yaparak sorumluluğu onları üzerine yıkacağımı söyledim. Gittiler, bir saat sonra açlık grevinin bittiği haberi geldi. Yani boş atıp dolu tutmuştuk.
Daha sonra bu cezaevleri görevlileri için tecrübe oldu. Açlık grevinin neden kaynaklandığı bilindiği için grev sayesinde örgütler hiçbir taviz alamadılar. Ama olan gariban çocukların hayatlarına oldu. Özellikle, F tipi cezaevlerine gitmemek için yaptırılan açlık grevleri ve devletin cezaevlerine ölçüsüz güç kullanarak yaptıkları müdahalede 30 insan ya açlık grevinden, ya kurşundan veya örgüt emri ile tutukluların kendilerini yakmaları neticesinde öldüler. Açılan soruşturma süreci halen devam ediyor.
Günümüzdeki açlık grevlerine gelince, PKK şimdiye kadar cezaevlerinde ferdi olaylar hariç toplu açlık grevine gitmemişti. Bunu iki sebebi var, birincisi bu örgütün karar verici lider kadroları şimdiye kadar tutuklanmamıştı. Dağda etkinliği önemsedikleri için bu gibi eylemlere önem vermezlerdi. Nasıl olsa cezaevinde yatanlar, genellikle köyünde çobanlık yapan örgüte yardım iddiası ile tutuklananlardı. Onlar için de eylem yapmaya değmezdi. Ama şimdi KCK davası nedeni ile lider kadro içerde, her türlü eylem için emirler verilebiliyor.
İkincisi de PKK son zamanlarda dağda da kan kaybediyor. Devleti genel af başta olmak üzere bazı tavizler için zorlamaya çalışıyor. Ben bu konuda Ergenekon dan da destek aldıklarını düşünüyorum. Eğer hükümeti genel af için zorlayabilirlerse, bundan onlarda istifade edeceklerdir.
Her ne şekilde olursa olsun, devlete emanet edilen hükümlü ve tutukluların canlarına zarar gelmeden hükümetin bunu çözüp grevleri bitirmesi, cezaevlerinden cenazelerin çıkmasına meydan vermemesi gerekir. Bu taviz vermeden de sağlanabilir. Adalet bakanlığının tecrübe ve bilgi birikimi bunu sağlayacak yeteneğe sahiptir.
Nitekim adalet bakanının cezaevine gidip, bizzat greve giden, tutuklular ile görüşmesi bu konuda atılmış en önemli adımdır. Sayın bakan Konuya gereği gibi yaklaşıldığının işaretini vermiştir. Böyle bir yaklaşımı bakanın ve hükümetin aczine yoranlar insanlık imtihanını kaybedenlerdir. Bu olsa, olsa devletin eli kolu bağlı, insanlara merhametli bir yaklaşımdır. İnancımıza göre ne kadar vahşice suç işlemiş olursa olsun, her insan merhamete mustahaktır.Öyle zannediyorum ki, bu kez devlet itibar ve can kaybetmeden bu grevleri bitirecektir.
Selamlarımla…
Yorum Yap