12 EYLÜL 1980 DEN 12 EYLÜL 2012’YE

  • 14.09.2012 00:00

 

          Tam 32 yıl tamamlanmış ülke üzerine kabus gibi darbe zihniyeti köklü bir şekilde çökeli.. Öylesine bir kâbus ki etkisi azalmaya başlayınca gücünü kendiliğinden çoğaltıp etkisini otomatik olarak artırarak günümüze kadar sürdü.

         11 Eylül 1980 gece saat 23 sıralarında birazcık dinlenebilmek için işyerinden aynı bahçe içindeki lojmana geçtim. Yaklaşık yarım saat sonra uyumuştum. Takriben gece saat 01.30 da hem telefonum hem kapı zili çalmaya başladı. Önce telefona bakayım dedim. Karşıda emniyet yetkilisi; haberiniz olsun, ordu yönetime el koydu” dedi. Hayırlısı olsun deyip teşekkür ederek telefonu kapattım.

          Zili çalmaya devam eden kapıyı açtığımda tepeden tırnağa kadar silahlı iki genç subay ve dışarıda bir takım komando. Onlarda; “silahlı kuvvetler yönetime el koydu, cezaevini teslim almaya geldik” dediler. Onlara cezaevi idaresinin yolunu gösterdim. “işte şu kapıdan girin görevliler orada tüm kapı anahtarları da kendilerinde istediğiniz gibi teslim alabilirsiniz” diyerek biraz umursamaz tavrı takındım. Ve geri eve girdim. Ama uymak ne mümkün?

          Kurmaya başladım.

          -Acaba darbenin rengi ne? Kızıl mı? Pembe mi? Yeşil olamaz. Çünkü Müslümanların o gücü yok. Dini eğitim alanların orduda en fazla geleceği rütbe asteğmenlik. Onun için yeşil olması imkânsızdı.

         Acaba 60 ve 70 darbelerin de olduğu gibi idam sehpaları kurulacak mı? Yine başbakanı asacaklar mı? Ama bu kez başbakanı asacaklarını zannetmiyorum. Geçen sefer menderes mason olmadığı için asılmış, Bayar mason olduğu için asılmamış. Öyle yorumlar yapılıyordu. Şimdiki de mason olduğu için ABD asılmasına müsaade etmezdi. En azından ben böyle düşünüyordum.

        Ama Erbakan hocayı ve Türkeş’i asarlar. İkisini de, ne Avrupa nede Amerika kurtarmaz. Zaten Kenan paşa Erbakan hocaya diş bilediğini belli etmemiş miydi?    

Onu kesin asarlar….

       Ama kısa bir süre önce okuduğum bir yazıda, darbeler ve devrimler tarihinden bahsederken, darbe yapılan ülke başkentlerindeki hapishane idarecilerinin her devrimde asıldığını anlatıyordu.  En son İran devriminde de Tahrandaki cezaevi idarecisi idam edilmişti. Acaba aynısı bizimde başımıza gelecek mi? Diye alıp-vermeye başladım. Bir taraftan da kendi kendime teselli veriyordum.

       Velhasıl uymak mümkün olmadı. Kalkıp daireye gittim. Subaylar odamdaki misafir koltuklarına oturmuş bekliyorlar. Geçip masama oturdum. Yapacağımız bir iş olup olmadığını sordum. Yok, diye cevap verdiler. Sustuk.. Onlar susar, ben susarım, inatlaşmış gibi zile basıp, gece görevlilerine çay yapıp yapmadıklarını sordum. Çay hazırdı, getirdiler içtik. Görevliler de askerlerin orada ne aradığını soran gözlerle bakıyorlardı. Yine sükût… Bir ara belki ağızlarından bir laf alırım diye bazı sorular sorduysam da saygılı cevaplar vererek bilmediklerini söylediler.

        Nihayet saat 05 de ilk açıklama geldi. Ordu emir komuta zinciri içinde yönetime el koymuştu.

        Rengi belli olmuştu. Ama benim kuşkularım ve korkularım azalmamıştı. Erbakan hoca İngiltere de iken aynı gün yurda dönmüştü. Alpaslan Türkeş firar etmişti. Demirel, Ecevit beraber,hanımları yanlarında olduğu halde, ege de bir adaya (uzun ada)götürüldüler.

        Görev yaptığımız Ulucanlar cezaevinde başta başsavcımız, jandarma ve idarenin dirayeti sayesinde askeri idare yönetimi ele almamış, eskisi gibi devam edilmiştir. Esasen askerin bunu yapacak gerekçesi de yoktu. Çünkü kendileri Mamak askeri cezaevinde 10 bin askerle 2000 kişiyi koruyamayarak, toplumu sarsan firarlarettirirken, sivil Ulucanlarda darbe öncesi biz sadece 50 gardiyanla aynı sayıdaki mahkûmu muhafaza edip firara ve başka olaylara müsaade etmemiştik.

        Aradan henüz bir ay geçmeden 10 Ekim 1980 gecesi idamlarastart verildi. O gece 2 kişiyi idam ettik. Daha sonra bazı kentlerde de yapıldı. Takip edebildiğim kadarı ile birkaç ayda 54 idam yapılmıştı. Bunların büyük çoğunluğu terör olaylarına karışarak adam öldürdükleri iddiası ile bu cezaya çarptırılışlardı. Bir kaçı da adi suçlulardı.

          İdam cezası adalet politikası açısından bir tercihti. Darbe öncesinde de yasalarda mevcuttu. O çok önemli değil. Ama bu cezaların infazına M.G konseyinin yaklaşımı hiç insani değildi. İlle bir denge gözetme politikası güdülüyordu. Eğer bir solcu idam edilecekse, karşılığında bir sağcı bulunup asılmalıydıYa da tersi, böyle bir denge politikası pek tarih de görülmemiştir herhalde?

          Yine mesleğim gereği yakından tanık olduğum bir şeyde, cezaevlerinde işkencenin adeta teşvik edilmesi idi. Eğer personel işkence yapmak istemiyorsa ona iyi gözle bakılmaz olmuştu. Diyarbakır, Mamak, Metris, Kayseri zincidere cezaevleri yoğun işkencelerin yaşandığı cezaevlerinin en ünlüleriydi.

          Bizim görev yaptığımız Ulucanlar cezaevinin 12 Eylül işkenceleri yönünden sicili temizdir. Geçmişte birkaç kez ifade etmiştim. O dönemde sistemli işkence yapılmayan hemen, hemen tek cezaevi Ulucanlardı.

          Mahkûmlar işkence, kötü muamele görmedi. Ama personel epey psikolojik sarsıntı yaşadı. Ben şahsen 25 yaşında bir genç olarak iki yılda 20 yıllık yıpranma yaşadım. Bazen cezaevine diğer askeri cezaevlerinden gelenlerin anlattıkları insanın yüzünü kızartacak kadar ağır olaylardı.

          Yıllarca karşı karşıya getirtilip birbirlerine düşman belletilen insanları aynı koğuşlarda yaşatmaya çalışmak zaten işkencelerin en kötüsü olarak yaşanıyordu. İşkence olsun diye, sürekli istiklal marşı, gençliğe hitabe, harbiye marşı ve nutuk okutuluyordu.

          O dönemde cezaevlerinde ve karakollarda işkenceden yüzlerce insan öldü. Her şeyden önemlisi askere sürekli darbe sebebi oluşturacak PKK ve diğer sol örgütler kalıcı olarak kazandırıldı. Bu örgütlerden birisi zayıflayınca dinlenme ve toparlanmaya çekiliyor. Diğeri onun eylemlerine devam ediyor. Yani terörü önleme iddiasıyla yapılan 12 Eylül terörü kalıcı hale getirdi.

           Terör ve darbe iklimini bu ülkeye demirbaş gibi koyan bu zihniyetle bugünlerde yüzleşmeye çalışıyoruz. Bu köşeyi takip eden dostlarım bilirler ki, darbelerle yüzleşme ve onları önleme konusunda ben hiç iyimser değilim. Çünkü yüzleşme bana göre yüzeysel yapılıyor. Daha da önemlisi, darbe yapan askerlerin eğitimi aynı şekilde devam ediyor. Askerin kafasını değiştirmeden, yaslar ve özellikle anayasadan kurucu ideoloji saçmalığını ve onun korunması gerektiği fikrini çıkarmadan darbelerin önlenebileceğini hiç sanmıyorum.

           Selamlarımla

                 

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Biz Bolulular (www.bizbolulular.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yorumlar (1)

  • Yusuf Yıldırım
    Yusuf Yıldırım
    22.11.2011 01:25

    Sayın Ziya ALP beye teşekkürlerimi sunuyorum.Bir denetmen olarak.Allah razı olsun.Allah yar ve yardımcınız olsun.

Mobil Uygulamalarımız

IOS UygulamamızAndroid Uygulamamız