DIŞ POLİTİKAMIZ GERÇEKTEN İFLASMI ETTİ?

  • 4.08.2012 00:00

 

           Suriye olaylarının geldiği kritik nokta nedeniyle, dış politika konusunda yapılan yorumlara bakılırsa, dış politikamız çöktü. Özellikle Suriye politikamız ve komşularla “sıfır sorun” politikası iflas etti.

           Gerçekten böylemi oldu? Bana kalırsa tam tersi durum söz konusudur. Özellikle son birkaç yıldan beri, hem bölgemizde hem de dünyanın birçok yerinde meydana gelen olaylarda, dünyadaki egemen güçler ülkemizi görmezden gelememektedirler.  Bu iktidar işbaşına geldiği günlerde bırakın dünyayı, burnumuzun dibinde meydana gelen olaylarda bile dünyanın güçlü aktörleri Türkiye’yi kale almazlardı.

           Çünkü kendimize “değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez” dış politika düsturları edinmiştik. Dünyada ve bizim dışımızda ne olursa olsun bizi ilgilendirmiyordu. Çünkü biz, geçmişi mirası ile birlikte reddediyorduk. İçimize öylesine kapanmıştık ki, yanı başımızdaki komşularda olanlar için bile tarafsızlık politikası izliyorduk.

           Bu coğrafyalardaki dindaşlarımız ve soydaşlarımızla ilgilenmekten bile sakınıyorduk. Adeta “bize dokunmayan yılan binyıl yaşasın” safsatasını ilke edinmiştik. Hatta işi o kadar abartmıştık ki, 2.dünya savaşı burnumuzun dibinde cereyan ederken, kurtuluş savaşında kaybetmek zorunda kaldığımız bazı toprakların teslimi teklif edildiğinde dahi( İtalyanlarca ege adalarının teklif edilmesi gibi) buna bile cesaret edememiştik.

           Bu kişiliksiz dış politikayı kutsamak için kendimize, dünya gerçekleri ile bağdaşmayan “yurtta sulh cihanda sulh” gibi ne manaya geldiği, nereye kadar barış, nereye kadar, neye tahammül edilmesi dahi tartışılamadı. Adeta neye mal olursa olsun, barış denildi. Oysa dünya gerçekleri hiçte barışçı değildi. Biz savaşmamayı ilke edinmemize rağmen, evet bize rağmen, batı tarafından dünyanın birçok yerinde savaştırılıyorduk.

           Hem de, NATO sayesinde, batı bize rağmen, bizim askerimizle savaşıp zaferler kazanıyordu. Bize de bunun karşılığında askeri yardım adı altında eski silahlarını hibe ediyorlardı. Hem yurtta barış dünyada barış diyor, hem de emperyalist batıya ön karakolluk yapıyorduk. Hem barışı savunup, hem de dünyanın en büyük ordularından birini besleyip, çokça silahlanıyorduk. 

           Dış politikamız, yerli düşünceli diplomatlardan, hatta siyasetçi dışişleri bakanlarından ziyade, batı hayranı adına “monşerler” denilen diplomatların tekelinde idi. Es kaza yerli düşünen diplomatlar bir şekilde dışişlerinde görev aldıklarında bunlar derhal etkisizleştirilirlerdi.

           Bu durum 1974 yılına kadar sürdü. Çok uzun zamandan sonra ülkemiz kendi soydaşları ve dindaşları ile ilgilenmeye başladı. Kıbrıs ta Rumların yaptığı soykırıma müdahale edildi. Asırlardan sonra ilk kez, ordumuz savaşarak toprak kazandı. Yine aynı dönemde İslam konferansına üye olduk. Dönemin dışişleri bakanı Kıbrıs’la ilgili görüşmeleri kendi başına yapmak zorunda kaldı. Bakanlığındaki diplomatları devre dışı bıraktı. Kazandığımız bu toprak bütün oyunlara ve baskılara rağmen elimizden çıkarılmadı.

          Ak parti hükümeti kurulduğu günden itibaren, son 150 seneden beri izlenemeyen oranda şahsiyetli dış politika izledi. Bunu da “kör parmağım gözüne” anlayışı ile değil dünya gerçeklerini iyi analiz etmeye çalışarak, eldeki güçleri ve imkânları hesaplayarak, kendilerinin tabiri ile “diklenmeden dik durarak” yapmaya gayret ettiler. Egemen ABD ve Avrupa’ya yeri geldikçe kafa tutmasını becerdi.

           İlk olarak 1 Mart tezkeresinde mecliste gösterdikleri ustalıkla yaptılar. İlk defa meclisimiz ve iktidar ABD’nin isteğini reddetti. Bunda muhalefetin ve özellikle milli görüş kökeninden gelen iktidar mensubu 100 milletvekilinin şahsiyetli tavrı önemlidir. Ama unutmamak gerekir ki, bu milletvekilleri daha sonra partileri tarafından da dışlanmadılar. Ve daha da önemlisi, tezkere oylamasında iktidar partisi gurup kararı almayarak bu neticeyi sağladı.

           Bugün gelinen noktada da bütün menfi propagandaların aksine izlenmekte olan dış politika, izlenebilecek en şahsiyetli dış politikadır. Hükümetin izleyeceğini deklare ettiği “komşularla sıfır sorun” politikası iflas etmeyi bırakın, ileriye dönük olarak daha da işlerlik kazanmıştır.

           Bu politikayı eleştirenlerin göz ardı ettikleri, bu politikanın komşu rejimlerle değil, komşu halklarla sıfır sorun politikasıdır. Bu da Müslüman’ın izlemesi gereken politikadır. Komşu halkların ve Ortadoğu halklarının verdikleri diriliş mücadelesinde onların yanında olmak, ister istemez onları idare eden otoriter ve totaliter rejimlere karşı çıkmakla mümkün olur.

           Nitekim Tunus’ta, Mısır’da Libya da devrimden sonra gelen idarelerle hükümetimizin herhangi bir problemi var mı? Suriye ve diğer İslam ülkelerinde rejimler devrilip, yeni yönetimler işbaşına gelince, onlarla problemimiz olacak mı? Hiç zannetmiyorum. Bu yeni dalga, bütün İslam coğrafyasında olmasa bile pek çoğunda Müslüman Kardeşlerin etkin olduğu yönetimlerce idare edilecektir. Zalimlerden kurtulmuş, olabildiğince halk iradesiyle işbaşına gelmiş idareler bizim monşerleri ve beyaz Türkleri çok rahatsız ediyor olmalı ki, mazlumun yanında duran iktidarı insafsızca eleştiriyorlar.  

           Şimdi yeni bir eleştiri kozu da buldular. Suriye’nin kuzeyinde oluşan Kürt bölgesinden hareketle hemen büyük Kürdistan’ı kurdular. Hatta İran’dan ve ülkemizden de toprak koparıp bağımsız devleti ilan ettiler. Daha ortada hiçbir şey yokken paranoya yaymaya başladılar. Suriye de ne olacağına Suriye halkı karar verecektir. Eğer yeni Suriye yönetimi federal bir yapı belirleyip, Kürtlere de federe devlet imkânı verirlerse komşu olarak bize bunu kabul etmek düşer.

           Yeni Suriye yönetimi özgürleşince Kürtlerde özgürleşir diyerek bu ülkedeki zalim statükoyu savunmak hiçte insani bir tutum değildir. Kendi ülkemizde yaşayan Kürt kardeşlerimizi özgürleştirip, onları diğer ülkelerdeki soydaşlarının imreneceği hayat standardına ve özgürlük ortamına kavuşturup, bölgeye örnek olmayı sağlamak yerine, başka ülkelerdeki Kürtlerin özgürlüklerini engellemek bin yıllık kardeşlik hukukumuza uymaz.

           Yeni dönem bölgede, ülkemizin önderliğinde yeni bir çığır açacaktır. Korkulan bölünmenin yerine, belki de büyümeyi bile getirecektir. Cetvelle çizilerek oluşturulan suni devletler yerine gerçek bir devletin şemsiyesi altında geçmişte olduğu gibi hür ve kardeşçe yaşama imkânına sahip olacağız. Unutmayalım “gündüzün en yakın olduğu an gecenin en karanlık anıdır”

          Ülkemizde yaşayan Kürt kardeşlerimizin kendi dillerinde eğitim yapmaları, kendi kendilerini idare etmelerini sağlamak, ne bütünlüğümüze nede devletimize zarar vermez. Unutmayalım ki her şeye rağmen ülkemizde yaşayan Kürt kardeşlerimizin sadece %10’u ayrı bir devlet istiyor. Eğer bu insanların meşru isteklerini milliyetçilik kaygusu ile görmezden gelir, onları şimdiye kadar olduğu gibi yok sayarsak esas bölünme tehlikesi o zaman başlar.

            Neyse konu dış politika olduğu için bu konuda fazla kelam etmeye gerek yok. Kürt meselesi özellikle dış politikamızı esir almamalıdır. Ülkede ki bölünme paranoyası bizi izlememiz gereken şahsiyetli dış politika konusunda caydırmamalıdır. Her zaman zayıfın ve mazlumun yanında durmalıyız. Bugüne kadar Sayın Davutoğlu bunu yapmaya gayret etti. Bunu için de derin güçler, ulusalcılar, PKK’lılar ve bölgede menfaatlerini her şeyin üstünde tutan bazı devletlerin dediği “Esat değil Davutoğlu gidecek” saçmalığına bakılmamalıdır.

             Selamlarımla..

      

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Biz Bolulular (www.bizbolulular.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Mobil Uygulamalarımız

IOS UygulamamızAndroid Uygulamamız