- 6.06.2010 00:00
İ.H.H
Günümüz insanının hasret kaldığı, neredeyse yabancılaştığı, Merhamet Kervanının adıdır İ.H.H.
Bu kervan kendisine, bağlı bulunduğu inancına yakışanı yaparak katarını yürüttü. Merhamet ve şefkatin önemli ve vazgeçilemez olduğunu cümle aleme gösterdi.
İsrail de tek kelimeyle kendisine yakışanı yaptı. Zulmünü, hukuk tanımazlığını, ve kaba güçten başka kendisini vazgeçirecek hiç bir değer olmadığını, ancak güce tapabileceğini ve sadece onun karşısında eğileceğini, onun haricinde başka bir dilden anlamayacağını gösterdi.
Hükümette kendisine yakışanı yaptı. İçerde ve dışarıda iç kamuoyuna dönük teskin edici, yüreklere su serpici mesajlar verdi. Sanki bu konunun hesabını İsrailden ve onun deniz aşırı patronlarından soracakmış gibi davranıp, İsrail ve işbirlikçilerine yönelik mesajlarında ise “Merak etmeyin ilişkilerimiz ve ticaretimiz zarar görmez, sadece iç kamuoyu unutana kadar esip gürlüyoruz, çok ciddiye almayın” haberini bazı hükümet üyelerinin ağzından dışarıya sızdırmaktadır.
Okyanus ötesindeki malum ve meşhur muhteremde mesajlarında “ zavallı İsrail askerlerinin” zulme uğradıklarını ifade etederek, “komandoların ellerinde sadece minicik otamatik silahlar, misket bombaları, gaz bombaları ve roketler ile gemiye inerken,“zalim İ.H.H’lıların” ellerinde ise koca koca sopalar, iri iri demir parçaları ve daha da tehlikelisi demirden yumrukları ile savunma yapıp, İsrail askerlerine “pis bir şekilde” saldırmışlardır.Bu arada İ.H.H., zulümlerini yapmak ve Gazze deki mazlum müslümanlara yardım götürmek için tüm dünyanın kara ve denizlerinde tek meşru “otorite” olan İsrail’den izin almama cüretini göstermişlerdir.
Bu mesajlarını açık bir şekilde “otorite”den yana tavır koyarak kendine yakışanı her zaman ki gibi yaparak kamuoyuna deklare etmiştir.
Oysa bu muhterem ve ekibi dünyanın neresinde bir müslüman kendini savunacak olsa hemen ve ivedi “ terörist” damgasını vurarak işin içinden sıyrılmayı bilmişti. Bu sefer durum kendisi açısından açık olmakla beraber, hitap ettiği saf ve masum sevenleri açısından kolayca eski kategorik yaftalara uymayacak bir durum ortaya çıkarmıştır. Bu da muhteremi iki arada bir derede bırakmıştır.
Gerçek zalime zalim dese küresel dostları gücenecek, zalimi mazlum , mazlumu zalim göstermeye kalksa şimdi yaptığı gibi o zaman da mızrak çuvala sığmayacak ve sevenlerini bu olaya ikna edemeyecekti. O garip de ne yapsın hem mazlumu yerden yere vurup zalimi mazur gösterip, hem de mazlum şehitlere taziye mesajı yayınlayarak işin içinden çıkıverir. İsteyen istediği tarafı seçip muhteremi ve sözlerini tefsir edebilirler.Kimisi,”muhterem ne söylediyse hak ve gerçektir”diyecek,kimisi de “böyle söyledi ama bir bildiği vardır” yollu tevile girişecektir.Oysa ki,”zırva tevil götürmez” diye meşhur bir tabirimiz vardır.Bunuda cümle alem bilir.
Peki biz ne yapacağız? Bizim tavrımız ne olacak? Ferd olarak ne yapacağız? Toplum olarak ne yapacağız? Zalime alkış mı tutacağız, mazlumun yanında mı olacağız? Kuvvet karşısında boyun eğenlerin safhında mı olacağız, yoksa haklı olanın kuvvetli olduğu idrakine mi varacağız? Zulmün payidar olmayacağı gerçeğine mi inanacağız, yoksa zalimlere ve onların hükümranlığına boyun mu eğeceğiz?
Şu temel gerçekten hiç sapmamalıyız: “ Allah nurunu tamamlayacaktır. Kafirler istemeselerde” gerçeğine uyup haktan , adaletten, mazlumdan, mustazaftan yana tavır takınarak Allah’ın rızasını kazanabiliriz. Aksini yapıp güçlüden yana, zalimden yana tavır takınıp, dünyada onların gölgesinde yaşamayı da tercih edebiliriz. O takdirde din gününde hesabın verilmesinden ümidimizi kesmiş olmaz mıyız? Bunun mukayesesi tamamen bize aittir. Selamlarımla...
Yorum Yap