- 18.02.2012 00:00
Milli İstihbarat Teşkilatına yönelik soruşturma, siyasi arenada tozu dumana kattı. Kimin neyi savunduğu konusunda kafalar karıştı. Saflarda yeniden belirlenip, yeni taraflar yeni müttefikler ile kaynaşmaya başlandı.
Konunun bir tarafında; MİT’ üzerinden başbakana, ve siyasete sivil darbe vurulmak istendiğini, ABD ve İsrail’ in ve onların istihbaratlarının Hakan Fidanı devre dışı bırakmak isteyenlerin operasyonu olduğunu savunanlar.
Bu safta olanlar; hükümet, bazı yazar ve yorumcular; bunlar savcının yaptığı işlemi “görevini aşmak”, siyasi iktidarın izlediği siyaseti hesaba çekmek olarak görüyorlar. Hakan Fidanın doğrudan hedef tahtasına oturtulmasını pek iyi niyetle görmüyorlar. Yargı görevini yerine getirmenin ötesinde bir anlam taşıdığını ileri sürüyorlar. Hakan Fidanın PKK ile yapılan 10larca görüşmeden sadece birisine katıldığını, nedense bu görüşmelerden sadece onun katıldığı görüşmeler basına yansıdığını, onunda kesilip kırpılıp şekil verildikten sonra basına servis edilmesinden hedefin sadece Müsteşar değil onunla birlikte başbakanın da hedef olduğunu söylüyorlar.
Aslında uzun zamandan beri başbakanın kafasında, yargının kendisine meydan okuduğu izlenimi olduğunu düşünüyorum. Hatırlanacağı üzere İlker Başbuğ henüz göz altında iken başbakan basın önünde Başbuğ’un tutuksuz yargılanmasını arzu ettiğini söylemesine rağmen hemen tutuklanması onun bu izlenimi edinmesine sebep olduğunu düşünüyorum.
Diğer taraf ise; başta Hakan Fidan olmak üzere hükümetin görev verdiği görevlilerin gidip PKK ile görüştükleri, ve görev sınırlarını aştıkları için yargılanmalar gerektiğini savunuyorlar. Hatta hükümette; “teröristlerle pazarlık” ettiği, yerleşik mücadele metotlarını terk ettiği için hükümetin başı durumundaki başbakan da yargılanmalıdır, diyorlar.
Bunların içinde kimler yok ki, bütün muhalefet partileri, cemaat, İsrail, ABD ve onun elçisi, hatta Nazlı hanım bile var. Normalde bir araya gelmesi mümkün olmayan kesimler, “düşmanımın düşmanı dostumdur” düsturunca bir araya gelmişler.
İstedikleri de kısaca statükonun devam etmesi. MİT yine eskisi gibi olsun, dış olaylarla ilgilenip ülkenin önünü açmak neyine, yine CIA ve MOSSAD dan yararlansın, onlarla bilgi paylaşsın, onlar zaten dış istihbarat verirken onu alsın içeride işine baksın, Suriye ile Ortadoğu ile Türk dünyası ile ilgilenip de ne yapacak? İçeride “iç düşmanla” ilgilensin demeye getiriyorlar.
Kaba hatları ile bu olayda saflar böyle belirlenmiş. Aslına bakılırsa bundan aylar, hatta yıllar önce böyle bir çekişmemin geleceği, belliydi. Ama son birkaç ayda, bizim tahminimizden de hızlı gelişmeler oldu. Mesela, bundan yaklaşık 10 gün önce bazı emniyetçilerin ABD büyükelçiliğine CHP konusunda brifing verildiği basına servis edilmişti. Ne kadar da dikkatlerden kaçırılsa da, bu olay emniyet için bir saldırı olarak algılandı. Bu haberi basına kim servis yapmıştı? Maksadı ne idi? Pek sorgulanmadı. Bunu yapanların, karşı hamleyi de hesaplayarak yaptıkları anlaşılıyor. Tıpkı son MİT operasyon hamlesi gibi, onlarda bu olayda hükümetin ve özellikle başbakanın nasıl bir hamle yapacağını hesaplayarak yaptıkları gibi.
Hükümetin MİT kanununda yaptığı değişiklik MİT içindeki bazı suç odaklarının temizlenmesini önleyebilir. Bizim MİT- Emniyet, Yargı kavgası olarak anlayıp yorumladığımız olay beklide bir danışıklı dövüş de olabilir. Emniyet istihbaratı ile MİT belki, Hakan Fidan tarafından yapılacak yapılandırma işlemini yapamasın diye olayı kurgulayıp, geçmişte suça bulaşmış eski MİT mensuplarını yasal koruma altına alınmasını sağlamak üzere böylesine bir senaryo üretmiş olabilirler.
Olaylar üzerine biraz derinlemesine analiz yapınca böyle bir sonuca ulaşmak mümkündür. Ama hesaplayamadıkları bir şey var. Başbakan, hiç taviz vermeden kendi hedeflerini gerçekleştirmek için bütün hamleleri boşa çıkaracak ve ülkeyi kendince güçlü hale getirmek isteklerinden asla vazgeçmeyecek.
Bu olayda, rolü olan emniyetçiler teker, teker görevden alınıyor. Özel yetkili savcı da hem adliyedeki amirlerinin iç talimatını çiğnediği, hem de dosyanın tek sorumlusu olarak içindekilerin basına sızmasına belki sebep olduğu, belki engelleyemediği gerekçesi ile soruşturma geçirecektir.
Oysa soruşturma akıl çerçevesinde, usul ve teamüllere uyularak yapılsa, savcı kendi bağlı olduğu makamlarla istişare ederek yapsaydı, netice buralara varmaya bilirdi.
Basında yer alan bazı yorumlarda, savcının bağımsız olduğu kanaati topluma anlatılmaya çalışıyor. Oysa adli olaylarda savcı bağımsız ve tarafsız değildir. Aksine savcı, aynı avukat gibi taraftır. Kamunun tarafıdır. O bakımdan ben tarafsızım bağımsızım deme hakkı yoktur. Onu davada görevlendiren amirine karşı sorumludur. O kadar sorumludur ki; tanzim ettiği iddianamesi bile amirince denetlenip, ondan sonra mahkemeye tevdi edilir.
Eğer özel yetkili savcı bu işlemleri amirlerinin haberi olmadan, onlardan bilgi saklayarak yaptıysa, dosya içeriğinin basına sızmasında dahli varsa soruşturulur. Olaydan birkaç gün geçtikten sonra başsavcılığın yaptığı açıklama, bana göre olaydan haberli oldukları anlamına gelmez. Eğer öyle ise burum daha da vahim demektir
Olsa, olsa meslek dayanışması gereği, kamu oyu önünde meslektaşlarını savunma anlamına gelir. Buda gayet insani bir durumdur.
Olay fazlasıyla karmaşık. Neresinden bakarsanız bakın bir kırılmaya sebep olacak büyüklüktedir. Daha uzun zaman da gündemi işgal edecek gibi görülüyor. Bu olay; kimsenin tahmin etmeyeceği bir şekilde cemaatin bölünmesine sebep olacak gibi.. şimdilik bu yorum için henüz erken ama çok yakında bunu da tartışacağımızı öngörüyorum.
Selamlarımla….
Yorum Yap