- 9.01.2012 00:00
06.01.2012 Cuma günü ülke tarihi için önemli bir gün. Tarihimizde ilk defa emekli bir genelkurmay başkanı suç işlediği iddiasıyla tutuklanarak cezaevine konuldu.
Bu olay için sevinelim mi? Üzülelim mi? Karar veremiyorum. Bir taraftan bakınca, kim suç işlerse işlesin, adalet onun makamına, mevkiine pozisyonuna bakmadan; ona bir dokunulmazlık tanımadan hesap soruyor diye sevinmemiz gerektiğini düşünürken.
Diğer taraftan bakınca; olayın oluşu ve suçun işleniş şekli, delillerin tamamını toplandığı, ortada karartacak bir delil kalmadığı, zanlının kaçma şüphesi olmadığı nazara alınmayıp gene de tutuklandığını bununla birilerine mesaj verilmek istenildiğini düşününce de üzülmemiz, çok üzülmemiz gerektiğini düşünüyorum.
Uzun yıllar tutuk evleri idare ettiğim için tutuklamanın ne anlama geldiğini, adalet için ne anlam ifade ettiğini, devlet için ne anlam ifade ettiğini, daha da önemlisi tutuklanan kişi ve ailesi için ne manaya geldiğini bildiğim için, konunun önemini anlayabiliyorum.
Ceza muhakemesi kanunu gereğince, tutuklama sadece bir tedbirdir. Ve maalesef ülkemizde suç işlediği iddiasıyla tutuklananların önemli bir bölümünün çok uzun zaman tutuklu kaldıktan sonra beraat edip, pardon denilerek serbest bırakıldıklarına, onlarca sene şahit odum. Bu insanların ve ailelerinin dönüşü ve telafisi olmayan zararlardan dolayı, çok perişan olduklarını yaşadım. Uzun meslek hayatımda ülkemizde; “suç ve cezanın ferdiliği” prensibinin neredeyse hiç işlemediğini, suç işleyip içeri atılanların ailelerinin, akrabalarının aynı cezayı çektiklerini gördüm.
Son birkaç yıldır, bu tutuklu yargılamalardan başta hükümet olmak üzere, birçok kesimin yakınmasını gelecek adına umut verici olarak görmeye başlamıştım. Belki bu tutuklamaları hâkim takdirinden kurtarıp, daha somut kriterlere bağlarlar diye umutlanmaya başlamıştım.
Ama görülen o ki; bazı mahkemeler tutuklama müessesesini kullanma konusunda hassasiyet gösterip, kaçmayacaklarına, delil karartması yapmayacaklarına inandıkları sanıkları tutuklamazken bazı mahkemelerin, bu müesseseyi pervasızca kullanmaya devam ettiğini görmekteyiz. Mesela emekli genelkurmay başkanını İstanbul özel yetkili mahkemesi tutuklarken 180 yıl ceza istemi ile hakkında iddianame düzenlenen İzmir büyükşehir belediye başkanını İzmir özel yetkili mahkemesi tutuklamadan yargılamaya karar vermiştir.
Bunlar aynı yasayı uygularken bu fark nedendir dersiniz? Böyle bir uygulama farkının olmasının adaletin saygınlığına halel getirmediğini düşünmek mümkün mü? Adalet bekleyen yargı önündeki insanlar hatta halkın tamamı nezdinde adaletin saygınlığı ve güvenilirliği yara almaz mı?
Bu son olay adeta bir mesaj gibi görüntü veriyor. Adalet üzerinden rakipleri etkisizleştirmek tarihimizin neredeyse her devrinde başvurulan bir metot olarak yerleşmiş adeta. Daha cumhuriyetin ilk yıllarında, idare rakiplerini etkisizleştirmek için istiklal mahkemeleri vasıtası ile bu hesaplaşmayı yaptığını tarihte okuyoruz. 1960 da darbe mahkemesi üzerinden siyasi hesapların kesildiğini biliyoruz. Keza 1970 de 1980 de 28 Şubat sürecinde aynı şeyler tekrarlandı.
Ama son olayda durum diğerlerine pek benzemiyor. Bu defa bana göre mesaj doğrudan iktidara veriliyor, görüntüsü veriyor. Adeta; demek isteniyor ki; “makamınıza, dokunulmazlığınıza fazla güvenmeyin. Makamınız mevkiiniz ne olursa olsun sizde aynı akıbete uğrarsınız.” Dileriz öyle değildir. Belki, bu algılama bizim kurutumuzdur. Eğer öyle değilse…..
Bakalım iktidar bu mesaj ve meydan okumayı nasıl algılayacak? İş işten geçmeden gerekli yasaltedbirleri alabilecek mi? Yoksa şike yasasında olduğu gibi işin vahametini sonradan fark edip “kişiye özel” yasalar çıkarmak zorunda mı kalacak?
Selamlarımla…
Yorum Yap