- 20.07.2011 00:00
Yaklaşık bir buçuk asırdan beri devam eden bu sorunun çözümü için bugüne kadar denenmedik metot, uygulanmadık reçete kalmadı.
Kimi zaman olayın ekonomik tedbirlerle çözüleceği iler sürülerek bölgeye ve bölge insanına ekonomik reçeteler tatbik edilip çözüm arandı.
Kimi zaman, olayın kültürel olduğunu keşfedip, yarım yamalak kültürel tedbirler alınmaya çalışıldı. Kürtçe konuşma serbestîleri, dil kursları açılmasına müsaadeler, Kürtçe gazete ve televizyon yayınlar yapmalar.
Kimi zaman, bu yaşananları salt asayiş sorunu sayıp, polisiye tedbirlerle çözülmeye çalışılıp, oluk gibi kan akıtmak pahasına sert müdahalelerle derde deva arandı.
Ama hem devlet, hem de silahlı kalkışma yapanlar işin halline yarayacak gerçek yol olan “İslam kardeşliği” reçetesine yanaşmadılar. Bırakın yanaşmayı, bunu akıllarına getirenlere bile tahammül edemediler. Bu konuyu gündeme getirenleri, hem devlet hem de örgüt ortak düşman saydılar.
Silahlı kalkışma olaylarının başladığı, 1984 yılından sonra dönem, dönem işin gerçek mahiyetinin farkına varılıp, devletin halkı birleştirecek, İslami söylemlere teşebbüs ettiği dönemlerde, dine mesafeli duran bazı kesimler ve devlet içindeki laikçiler devreye girerek bu tedbirleri hemen geri püskürtmenin yolların buldular. Çözümü istiyorlar mı, istemiyorlar mı bilemedik. Ama ille sekuler çözüm bulmakta ısrar ettiler. Halende ediyorlar.
Bu yapı içerisinde onların arzu ettiği çözümün mümkün olmadığını görmelerine, bilmelerine rağmen, hem dış güçlerin hem de ülkedeki egemen güçlerin dayatmaları sonucunda elimizin altında duran, yaklaşık 1000 yıl bizi birlikte yaşatan kendi yerli düşüncemizin eseri olan bu anlayışa şiddetle karşı çıkılmıştır.
Son yüz seneden beri batıdan ithal ettiğimiz ulus devlet projesini ülke insanına silahla dayatarak, birlikte yaşamayı sağlayabileceğimiz tezi son 30 senede iflas etmiştir. Karşılıklı milliyetçilik duyguları Kürtleri ve Türkleri beraber yaşayamaz duruma getirmiştir. Bu karşılıklı milliyetçilik birbirini besleyerek azgın, kıyıcı, parçalayıcı etkiler yapmaya başlamıştır.
Devlet Türk milliyetçiliğini bölge insanına dayatmaktan çekinmemiş, kendisini Türk hissetmeyen, Kürt olduğunu söyleyen insanların evlerine, mahallelerine, okullarına, “ne mutlu Türküm diyene” lafı çakılmıştır. Kürt çocuklarına her sabah Türklük yemini yaptırılmıştır.
Ülkeyi ve ülke insanını seven, onları kendisine kardeş olarak gören, inanç temelinde ortak ve eskimez bağları öne çıkaran bazı siyaset adamlarının önünü keserek gerçek çözüm yolları tıkanmaya çalışılmıştır.
Kendisi Kürt olmayan, ama Kürt- Türk kardeşliğinin İslam ortak temelinde gerçekleşeceğini söylediği için egemen güçler tarafından mahkeme kararı ile cezalandırılan tek başbakan merhum Prof. Dr. Necmettin Erbakan’dı. Bingöl de yaptığı konuşmada devletin ırkçı politikalardan vazgeçmesini, bütün vatandaşlara eşit yaklaşmasını teklif ettiği için cezalandırıldı. Yani ülkedeki Kürtleri kıyıma uğratmaktan çekinmeyen birçok Kürt barondan daha fazla bedel ödedi. Ama söylemleri İslami olduğu için ne Kürt laiklere, Nede Türk laiklere yaranamadı.
Son zamanlarda artık iyice vicdanları kanatan olaylar nedeniyle bu yakıcı sorunların çözümüne kafa yorma faaliyetleri hız kazandı. Ama adına “demokrat” denen batının ve ABD’nin gönüllü kültür elçisi gibi çalışan bazı liberaller, gerçek çözümün önünü kesmek, halkın buraya yönelmesini önlemek için İslam ve Müslüman kardeşliği anlayışı aleyhine yazılar yazmaya başladılar. Ümmet olmayı küçümseyen bu batı ajanlarına diyecek bir şeyimiz tabiî ki yok.
Ama her Allahın günü, “dinsel milliyetçiliği reddediyoruz” diyen bu iktidardan İslam ümmetinin tekbir millet olduğuna inanmasını ve bu bağlamda çözümler üretmesini beklemek nafile. Yani Kürt sorununun yegâne çözüm yolu olan “İslam kardeşliği” reçetesi uygulamasını beklememek lazım. Bu sorunu ülkenin türküyle kürdüyle, İslamcıları çözecektir. Başka bir çözüm bulunabileceğini sanmıyorum.
Selamlarımla…
Yorum Yap