28 ŞUBATIN ARDINDAN

  • 7.03.2015 00:00


Ocak Şubat ayları kışın en şiddetli geçtiği aylardır. Yine geçmişte aynen bu aylar gibi soğuk, keder, sıkıntı ve acı veren, milli bünyemize travmalara sebep olan bir zihniyetin dönemini yaşadık. 20 yıla yakın bir süre geçmesine rağmen o travmaları, hastalıkları atlatamayanları görüyoruz.

Bu milletin içinde barındırdığı, her ırktan, kavimden, dilden, renkten insanlarımızın tek ortak paydası olan ve birliğimizin ana harcı olan dinimiz İslam 28 Şubat döneminde türlü entrikalarla kötülendi.  İnanan ve amacı sadece İslam’ın emirlerini yerine getirmek olan insanlarımız en acımasızca dışlanmış, inandıklarını değiştirmeye zorlanmıştır.

Milletimiz 12-13 asırdır bayraktarlığını yaptığı, medeniyetini kurduğu İslam inançlarını terk edip, değiştirip, reforma uğratıp ucube bir İslam inancını yaşamaya zorlanmıştır. Bir tarafta asırlarca inandığı, yolundan gittiği Kur-an inancını yaşayacak veya yeni reformcuların nereye dayandığı bilinmeyen dayatmalarına iman edip yaşayacaktır. Fakat milletimiz yılmamış ve kendisine oynanan oyunlara, işkencelere, zulümlere, direnerek, kırmadan dökmeden sabrederek demokrasi içinde 28 Şubattan 10 sene sonra iktidarı eline almıştır. Tamamen her şeye hakim olabilmek için gelen hükümetin  türlü entrikalarla bir beş yıl daha uğraşması gerekmiştir.

Bizler o günleri yaşadık. Ama unutmadık; Başörtüsü adeta hedef seçildi. Kızlarımıza, kadınlarımıza maddi ve manevi işkence edildi, toplum hayatından dışlandı, adeta hor görüldü. Seçimlerle normal yolla gelen hükümete, Belediye Başkanlarına türlü tuzaklar ile önleri kesildi. İcraat yaptırılmadı. Emir alması gerekenler emir vermeye çalıştı. Esas hükümet vardı. Fakat emrinde olması gereken bir cunta topluluğu-şimdilerde parelel devlet deniyor-hükümetin icraatlarına karıştı. Toplumun kaymak tabakasını yiyen kesimi, basın, sivil toplum, yargı, bürokrasi, üniversiteler bu kanunsuzluğu destekledi. O zamanlar yargı bağımsızdır diyorlardı. Utanmadan, sıkılmadan bu memleketin yargıçları Genelkurmay brifinglerine koşarak gitti, kanunsuzluğa alkış tuttu. Ülkenin birleştirici ve hakemi olması gereken Cumhurbaşkanları dahi post modern darbecilerle kol kola hareket ederek halklarına ihanet ettiler. Bu ülkede başbakana hakaret ve küfür eden paşaya ceza verilmedi. Sen ne yapıyorsun denilemedi. Bu ülkede yaşayan insanların yüzde sekseninin annesinin başı başörtü ile kapalı insanlar bile meclise bir bayan başörtüsü ile girdi diye en demokrat bildiğimiz Başbakanın hışımlı emri ile onu oradan kovdular.

Üniversite kapılarına talimatlı adamlar yerleştirilip başörtülü kızların okuması engellendi. Girişlerde utanç odaları denilen ikna odaları kuruldu. Ama ne gariptir kızların erkek arkadaşları hangi inançta veya kıyafette olursa olsun okullara rahatça girebiliyordu. Ne kadar ayıp ve garip değil mi? Bu işi yapanlar adına hala ben insanlığımdan utanıyorum. Peruk takan kızların başından peruğu, başörtüsü çekilip alındı. Onların inançları yerle bir edildi. İlkokul, ortaokul ve liselerde okulun kapısına kadar başörtüsü ile gelen öğrenciler ve öğretmenler fişlendi, takip edildi, yazı ile uyarıldı, cezalandırıldı. Okul çıkışında öğrencilerin arkasından kontrole giden bazı öğretmenler kızları kovalayıp başını açmaya çalıştı, kızlar aşağılandı. Şimdi bakıyorum da ne kadar densizlik değil mi? İmam hatiplerde inançları gereği başlarını örtmesi gereken kızların başı açıldı. Kuran-ı Kerim dersinde bile kızların başları açıldı. Özellikle 19 Mayıs Bayramlarında İmam hatipli kızların mini etekle Bayrama katılması emredildi. O zamanlar ben İmam Hatip Yardımlaşma Derneği yöneticisi idim. Müdür Beyin ve okulun öğretmen, veli ve öğrencilerinin üzgün ve acıklı hallerini anlatamam. Okul sanki cenaze evine dönmüştü. Milli Eğitim Müdürü İle cumada aynı safta namaz kılıyorduk ama onun da elinden bir şey gelmiyordu. Her gün çünkü o da askeriyeye brifing veriyordu.

İmam Hatiplerin orta kısımları 8 yıllık kesintisiz eğitim bahanesi uydurularak kapatıldı. Aynı şekilde İmam Hatiplerin Lise kısımlarının önünü kesmek Üniversiteye sokmamak için, katsayı bahanesi uydurularak tüm Meslek Liselerinin Üniversite girişinde en az on puanlarını sildiler yok saydılar. Maalesef bu bahane ile teknik ve sosyal tüm meslek liselilerinin önleri kesildi. Bir neslin geleceğini kararttılar. Benim çocuklarım da bu tufandan kurtulamadı. Bunların hesabını nasıl verirler bilemiyorum.

Yüz binlerce memurun, askerin işine irticacı son verdiler. Bunların belediyelerde çalışmasını engellediler. Hatta özel sektörde bile, özel dershanelerde, fabrikalarda çalışmalarını engellediler. Özel sektör bile bu korkudan nasibini aldı. Bazı fabrikalar, özel dershaneler hatta mütedeyyin dediğimiz Televizyonlar başörtülü elemanlarının işine son verdiler. Özel de kamuda odacıların ve temizlikçilerin dahi başı açıldı. Genelkurmaya koşarak brifing almaya giderken utanmayan adliye ve Baro mensupları cadı avına başlayıp, önce bayan avukatların, başını açtılar. Daha da ileri giderek bazı yargı mensupları mahkemeye gelmiş bayanların dahi başlarını açtırdılar. Ordu zaten demeye hacet yok, lojmanlarda oturanların eşine, kızına, annesine vs hepsinin baş örtüsüne dil uzatıp hatta işini bilen takdirnamelik bazı personelleri bile dışladılar, meslekten attılar. Oğlunun yemin törenine annesi alınmadı. Askeriyenin dış nizamiyesinden içeriye başörtülü sinek bile uçurulmadı. Biz erkekler mi ne yapıyorduk?. Esasında kadınlar kadar erkekler de aynı inançtadır. Onlara zulüm için kadın ve kızlarımızınki kadar sebep bulamadılar herhalde. O tarihlerde Şube Müdürü olan benim gibi insanları ve düz memurları dahi namaz kılıyor, irticacı diye görevden alıp başka yerlere sürgün gönderdiler. Kışın ortasında 1997 nin Aralık ayında mevcut DSP-Anap hükümetinin DSP ye bağlı bakanlığının Köy Hizmetlerinde Şube Müdürlüğünden düz mühendis olarak bir Cuma günü Tunceli’ye tayinimin çıkmakta olduğunu öğrendim. Cumartesi günü Ankara’ya gidip rica minnet personel Dairesindeki eski arkadaşlarımı araya koyup ve Mahkemeye gitmeyeceğimize ve Ankara’ya tayin istediğimize dair dilekçe bırakınca tayinimiz Ankara’ya düz mühendis olarak yapıldı. O güne kadar hiç ceza almamıştım. Takdirnamelerim vardı. İşimi en güzel şekilde yapan, sevilen biriydim. Ama tek suçum vardı amir durumunda ve namaz kılıyordum. İçki içmiyordum. Hanımım başörtülüydü. Bir sene sonra mahkemeyi kazanıp döndüm. Döndüğümde bir ay önce deprem olmuş kurumdan mühendis ve yöneticilerin üçte ikisi başka yerlere tayin istemiş gitmişti. Bana ihtiyaçları vardı. Çalışacak kimse kalmamıştı. “Sen bu memleketin çocuğusun. Gel dediler.”  Göreve başladım, depremin şok dalgadaki yaraları sarılmıştı, ama baskılar yüzünden yürütemedim. Bu sefer sekiz ay sonra kendim istifa ettim.

Millete bu zulümleri reva görenler üst rütbeli ve makamlı görevlerinden ayrılınca bankalara, holdinglere genel müdür vs. olarak atandılar. Bankaları hortumladılar. Kaymaklı görevleri ifa ettiler, Millet yirmi otuz yıllık geleceğini bunlara heba etti. Bunlar terörü çözmek şöyle dursun daha da azdırdılar. Çünkü onların terörden daha tehlikeli gördüğü irtica vardı. Ama bu arada asıl vazifelerini unuttular. Çünkü bunlar dışarıdaki ABD, AB ve İsrail’deki bazı çevrelerin ekmeğine yağ sürdüklerinin, onların piyonu olduklarının dahi farkında değillerdi. Hala da değiller.

Bu dönemde hepimiz savrulduk. Dağıldık. Kafamızı, zihnimizi, dengemizi bozdular. Bazı kardeşlerimiz dediğimiz cemaatler bile bu fırtınadan kurtulmak, kaçınmak için çeşitli taviz ve tevillere başvurdular. Bazıları kahramanca sabredip asıllarından taviz vermediler.

28 Şubat sonrası ve öncesi hastalıklı zihniyet Türkiye’ye bir deli gömleği giydirmeye çalıştı. Milleti bunlar aptal ve değersiz gördüler. Fakat millet sabretti, bu deli gömleğini giymemek için sadece sabretti. Bunlara karşı 2002 de seçim ile öyle bir tokat vurdu ki hala kendilerine gelemiyorlar. Bunlar hala milleti anlamaya çalışıyorlar, maalesef hala bu necip milleti anlayamadılar.

Bugün millet başörtüsü ile okula da gidiyor üniversiteye de. Adliyede avukat da oluyor devlette memur da. Ne oldu? Dünya mı yıkıldı? ABD; AB veya başka ülkeler bizi kabul etmiyorlar mı? Heyhat dün biz İMF den borç isterken randevu vermiyorlardı. Bugün İMF bize borç vermek için yarışıyor. Ama biz İMF ye borç verecek duruma gelmişiz, biz borç veriyoruz.

Yirmi sene önceki yöneticilere ve insanlara soruyorum; bu mücadele kime yaradı? Ne değişti? Çünkü sular hep yukarıdan aşağıya akar ters döndürülemez. Milletin inançları ile oynanamaz. 1400 yıldır bu böyle sürüyor. Ve gelecek bin yıl değil kıyamete kadar da sürecek.

Bunun için demokrat olalım. Başkasına hakaret etmeyelim. İnançlarını küçük görmeyelim. Kimsenin inancına hayat tarzına karışmayalım.

Sonsuz selam ve sevgilerimle, hoşça kalınız…

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Biz Bolulular (www.bizbolulular.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yorumlar (1)

  • Hamza Canbaş
    Hamza Canbaş
    2.05.2012 12:18

    Sevgili Kerem Keremcan, Sizi ayakta alkışlıyorum, isminiz gercekten Kerem Keremcanmıdır bilemiyorum. Fark etmez, rumuzda kullanmış olabilirsiniz. Ancak söylemek istediğim şu dur; okuduğunu anlamayan bir insan ancak sizin kadar olur. Bu yüzden sizi gerçekten ayakta alkışlıyorum. Ama siz iyi anlayasınız diye size şunu söylemek istiyorum. Benim demek istediğim şu dur; "Müslüman kimliği ile bir insan yazının içindeki eylemlerde nasıl bulunabilir." saygılarımla...

Mobil Uygulamalarımız

IOS UygulamamızAndroid Uygulamamız