GÜLİSTAN

  • 26.01.2015 00:00


Sadi 1212 ile 1257 yılları arasında yaşamıştır.  

Doğduğu şehir Şiraz olduğundan Sadi-i Şirazi olarak da anılır.  

Zamanında Şiraz ilmin ve sanatın değer verildiği bir şehirdir.

En önemli eserleri “Bostan ve Gülistan” dır. Gülistan uzun yıllar eski okullarda ve Osmanlı devrinde mekteplerde ders kitabı olarak da okutulmuştur.

İçerisinde aşk, terbiye, hayat felsefesi, insanın Allah’a ve dünya hayatında insanlara karşı davranış ve sorumlulukları,  toplum ve fert ahlakı ibret verici bir üslupla hikâye edilir.

           

Sadi hikâyelerinde daha çok hayattan bahseder.

Eserlerinin asırlar ötesine hitap etmesinin sırrı da buradadır.

Ona göre her insan ve kurum toplumun düzenini ve ferdin mutluluğunu sağlamakla görevlidir.

Ancak Sadi’ nin anlattığı mutluluk, dünyada elde edildikten sonra ölümle kesilmeyen, ölümün ötesinde de devam eden saadettir. Sadi bunun çaresini nefis ile olan mücadelede görür.

Nefsin yenilmesi ile özlenen gerçek mutluluk başlamış sayılır.

Sadi’nin hikâyelerinin ortak özelliği mutlaka bir sonuca bağlanmalarıdır.

Hikâyelerin sonunda olağanüstü güzellikte bir ders alma ve nasihat ana fikir olarak ortaya çıkar.

           

Sadi’ nin Gülistan’ından derlenmiş hikâyelerin kitabını zaman zaman okuyorum.(*) Sizlere de ondan bir hikâye aktarmak istiyorum;

           

Şöhretli hükümdarlardan biri, av esnasında askerlerinden bir hayli uzaklaşmıştı.

Çobanlarından biri aniden önüne çıkarak, koşa koşa kendisine yaklaşmaya başladı.

Sakin bir mizaca sahip bulunan Padişah, kendi kendine düşündü: “Bu olsa olsa bana suikast düzenleyecek bir düşmandır. Şunu bir okla haklayıvereyim!“ Hemen yayını gererek, okla çobanı öldürmek istedi.

Çoban durumu görerek, korkuyla haykırdı.

           

-“Ey ülkelerin sahibi, feleğin kem gözü senden ırak olsun.

Ben siz sultanın atlarını ve sürülerini besleyip büyüten, onları yetiştiren adamım.

Bu çayırda görevliyim. Düşman değilim Beni öldürme.!” Hükümdar kendine gelmişti.

           

-“A akılsız, sana mutlaka mübarek bir melek yardım etti. Yoksa yayımı germiştim.” Diye güldü. Otlağın bekçisi de gülümsedi ve şöyle cevap verdi:

           

-“Padişahım. Bir hükümdar dostu ile düşmanını ayırt edebilmelidir.

Büyük kalarak yaşamanın şartı, her küçüğün kim olduğunu bilmekten geçer.

Beni kaç kere huzurunuzda görmüş; sürüyü, otlağı sormuştunuz.

Şimdi sevine sevine yanınıza yaklaştığım halde beni düşman zannettiniz.

Ey yüce hükümdarım. Ben bir atı yüz bin atın içinde de olsa tanırım.

Çobanlığım akılla, düşünceyledir. Sen de kendi sürünü böyle korumalısın.”

           

Sadi’nin Nasihati: Bir memlekette, hükümdarın yönetim tecrübesi ve feraseti çobanınkinden az olursa, o saltanat tehlikededir. (*) Gülistan-Can Alpgüvenç-PapatyaYayınları-İstanbul 2003


Sonsuz selam ve sevgilerimle, hoşça kalınız

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Biz Bolulular (www.bizbolulular.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Mobil Uygulamalarımız

IOS UygulamamızAndroid Uygulamamız