Abant İzzet Baysal Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Ana Bilim Dalı açıldı Abant İzzet Baysal Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Ana Bilim Dalı açıldı Abant İzzet Baysal Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Ana Bilim Dalı açıldı

ANNE BABALAR KENDİLERİNE GÜVENSİNLER

Abant İzzet Baysal Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Ana Bilim Dalı açıldı.

ANNE BABALAR KENDİLERİNE GÜVENSİNLER
22.06.2011 - 00:59

 

HABER-RÖPORTAJ: NERMİN KAYA 

Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi’nde hizmete başlayan Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Ana Bilim Dalı Başkanı Doktor Evren Tufan ile Çocuk ve Ergen psikiyatrisi, depresyon belirtileri ve yapılması gerekenleri konuştuk.

Çocuğun psikolojik bozukluğumu olur demeyin. Günümüz şartlarında sınav stresi, gelişen dünya düzeni, ebeveyn ayrılıkları gibi konulardan en çok çocuklar etkileniyor. Bu sorunlar zamanında çözülmez ise ileride çok daha büyük sorunlara yol açabilir.

Sizi tanıyabilir miyiz?

Tıp Fakültesi eğitimimi 2001 yılında Cerrahpaşa İngilizce Tıp Fakültesinde tamamladım. Ardından Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Psikolojisi Ana Bilim Dalından uzmanlığımı aldım. Daha sonra iki buçuk yıl kadar Elazığ Ruh Sağlığı ve hastalıkları hastanesinde mecburi hizmetimi yaptım. Bir yıl kadar GATA Ankara çocuk psikiyatrisi bölümünde çalıştıktan sonra Sami Ulus Çocuk Hastanesine atanmıştım. Oradan da A.İ.B.Ü. Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi bölümüne geçtim. Mayıs ayından bu yana burada çalışmaya başladım. Yaklaşık 15-20 gündür de burada hasta kabul etmeye başladık.

Bolu’da bu süreçte kaç hastanız oldu?

Günde yaklaşık on hastamız oluyor. On beş, yirmi gündür hizmet veriyoruz. Yaklaşık 150 hastamız oldu.

Bolu diğer illere göre nasıl bir izlenim verdi size?

Bolu bu konuda özellikle ilgili ve bilgili. Özellikle burada daha önceden beri çalışan Nagihan hanımın ve diğer arkadaşların bilgilendirmesiyle ve kendilerinin araştırmasıyla oldu diye düşünüyorum. Ankara ve İstanbul’a yakın olması da sanırım bu konuda insanların bilinçlenmesini sağlayan faktörlerden birisidir. Aileler genellikle sorunların büyümesini beklemeden çocuklarını getiriyorlar. Elazığ’da ya da Ankara’da daha ağır hastalıklarla karşılaşabiliyorduk. Şu ana kadar burada daha nispeten hafif rahatsızlıklar nedeniyle geliyorlar. Bunda da dediğim gibi daha önce çalışan arkadaşlarımız katkısı olduğunu söyleyebiliriz.

“Çocuk bu psikolojisi mi olur” gibi cümleler duyarız. Bu konuda neler söylersiniz?

Şu an biliyoruz ki bebeklikten itibaren ayrılık, bakım verenden ayrılma, ilgi görememe gibi durumlarda, bağlanma bozuklukları, bebeklik çağı depresyonları gibi tablolar görülebiliyor. Yani bebekler bile bir şeyler hissedebiliyorlar. Bu açıdan çocuk psikiyatrisinin devreye girmesi oldukça etkili. Çünkü tedavi edilmeyen durumlarda ergenlik döneminden sonra özellikle erişkinlikte daha önemli sorunlar ortaya çıkabiliyor. Örneğin tedavi edilmeyen bir hiperaktivite bozukluğunu düşünelim. Çocuk oldukça zeki, ama bir yandan da derslerinde başarılı olamıyor. Başarılı olamayınca etrafı tarafından dışlanıyor. Öğretmeni ve ailesi sen istesen yapabilirsin diyorlar. Bilgisayar oyunlarının karşısında 10 saat oturabiliyorsun ama bir türlü testi çözdüremiyoruz sana. Sen bunu bize bilerek yapıyorsun diyerek çocuğa kızmaya başlıyorlar. Bu sefer çocuk kızıldıkça daha kendi içerisine çekilebiliyor. Her halde ben yapamayacağım düşüncesine kapılıyor. Bunun ardından ergenlik çağında daha kötü bir arkadaş çevresine kapılabiliyor. Ardından okulu yarıda bırakma, davranım sorunları, yasal sorunlar yaşama gibi sorunlarda olabiliyor.

Bebeklik çağında tedaviler nasıl yapılıyor?

Öncelikle şunu söyleyeyim.  Çocukluk çağı terapilerinde biz çocuğu tek bir birey olarak almayız. Aile bir bütün olarak alınır. Bebeklik çağının sorunlarına geldiğimizde genellikle anne bebek ilişkisinden veya bebeğin doğuştan getirdiği bir takım huy ve yapı özellikleri ile ailenin beklentilerinin uyuşmaması nedeniyle meydana geldiğini görüyoruz. Dolayısıyla bebeği terapiye aldığımızda önce anne ile iletişime bakarak bu iletişimde aksayan yönlere müdahale etmek şeklinde bir yaklaşım kuruyoruz.

Çocuklarda depresyonu nasıl anlarız?

Bebeklik çağında depresyon dediğimiz tablo 1940’larda, ilk olarak annelerinden ayrı kalmak zorunda kalan bebeklerde gözlemlenmiş. Ayrılığı yaşayan bebek ilk başta bir ağlama ile tepki veriyor. Daha sonra bir öfke oluyor. Öfkenin ardından bir umutsuzluk evresi ve ardından bebek yemeden içmeden kesiliyor ve etrafıyla ilgilenmeyebiliyor. Örneğin anneyi görünce gülümseme gibi ilgi davranışların azalması gibi belirtiler veriyor.

Daha ilerleyen yaşlara geldiğimizde, okul öncesi çocuklarına baktığımızda, depresyon uyku veya iştah sorunları, ağlamalar, kafa vurma, kendini tırmalama gibi davranışlar ortaya çıkartıyor. Bu yaşta sonra çocukların düşünme becerisinin gelişmesi ile, artık düşünce ya da konuşmaların meydana gelmesini bekliyoruz. Örneğin siz beni sevmiyorsunuz ya da şunu daha çok seviyorsunuz gibi cümleler kuruyorsa depresyon belirtisi olabilir. Ama burada şunu da eklemek istiyorum. Aileler hemen beni sevmiyorsunuz diyen çocuklarında depresyon endişesi duymasınlar. Demek istediğim burada çocuğun arkadaş ilişkilerini, mutluluğunu etkileyecek şekilde aşırı bir şekilde bu tür konuşmalarının olması.

Ergenlikte ise depresyonu daha çok öfke patlamaları, sinirlilik, evden kaçma, madde kullanımı, para çalma gibi davranım bozuklukları ile beraber görmeye başlıyoruz.

Eskiye oranla sizce yeni nesil çocuklarda daha çok mu psikolojik bozukluk var?

Yapılan araştırmalar genellikle şunu gösteriyor. Bizim cohort etkisi yani zaman etkisi dediğimiz bir etki var. Bu etkiyi şöyle açıklayalım.  Psiyatrik bozukluklar 1900’lerin başından itibaren yavaş yavaş artmakta. Bunu şu an için tek bir nedene bağlayamıyoruz. Ama benim fikrim, hızlı ve değişen yaşam temposu, çocuklardan ve gençlerden beklentilerin artması, akademik yönden bir baskı altında olması, aynı zamanda günümüzde anne ve babanın çalışmak zorunda olması, değişen sosyal hareketlilikle beraber çocukların dışarıda zaman geçirememesi, oyun oynayamaması giderek psikiyatrik bozuklukların artmasına neden oluyor.

Genetik faktörler psikolojik bozukluklarda önemli mi?

Özellikle çocuk psikiyatrisinde genetik faktörler çok önemli.  Örneğin dikkat eksikliği, hiperaktivite bozukluğunda %80’lere, depresyonda %60’lara kadar genetik faktör etkisini görebiliyoruz.  Diğer faktörlerin de çevre koşulları olduğunu söyleyebiliriz.

Peki psikolojik olarak cinsiyet durumuna baktığımızda oran farklılığı var mı?

Geleneksel görüş aslında erkek cinsiyetinin daha dayanıklı olduğunu söyler. Ama ben size çocuk psikiyatrisinde bunun tam tersi olduğunu söyleyeceğim. Biz genellikle çocuk çağı psikiyatrik bozukluklarının erkek çocuklarda daha sık görüyoruz. Bunun muhtemelen birkaç nedeni var. Birincisi kromozom yapısı erkek ve kızlarda farklıdır. Bu kız çocuklara ek bir direnç sağlıyor olabilir. Erkek çocuklar doğuştan daha yıkmaya, kırmaya eğilimlidir. Kız çocuklar ise daha konuşmaya, sosyal ilişki kurmaya eğilimlidir. Bu yüzden erkek çocuklar daha çok dikkat çekiyor olabilir. Bu durum ergenlikte tam tersine dönüyor. Ergenlikte kızlarda daha çok psikiyatrik sorunlarla karşılaşıyoruz.

Son olarak ailelere iletmek istediğiniz bir mesaj var mı?

Aileler içgüdülerine güvensinler. Günümüzde bu konuda çok fazla mesaja rastlıyoruz. Kimi diyor ki annenin çalışmasından dolayı çocuklar sorun yaşıyor, anneler evde otursun. Kimi diyor ki çocuklarınıza arkadaş gibi davranın. Kimisi aman işte bir tokat bile çocukta çok büyük travma yaratır. Çocuğunuza klasik müzik dinletin, zekası gelişir. Bu örnekler arttırılabilir. Ben burada kendimi onların yerine koyuyorum. Bir anne baba bunların hepsini yapmaya kalkışsa önce kendi psikolojisi bozulur. Bu nedenle öncelikle kendilerine güvensinler. Merak etmesinler, bizlerde belli bir aile düzeninde büyüdük. Çocuklara ceza verildiğinde çok ağır bir sıkıntı ortaya çıkmıyor. Çocuğa illa arkadaş olmak zorunda değil anne baba. Belli bir otorite kurmak için belli bir sınır koymak zorundalar zaten. Çocuğun zaten arkadaşları var.  Kendilerine güvensinler.


Editör: E. Candan