ANILARIMDAKİ PARKALAN SOKAK

  • 17.03.2014 00:00

Hayatımda derin izleri olan ve halen yaşamakta olduğum bu sokağın havasını, kültürünü bir zamanlar itibarıyla sizlerle paylaşmak istedim.

 

İsminin nereden geldiği konusunda çok değişik hikâyeler anlatılsa da en çok rağbet göreni; bu sokağın olduğu bölgenin bir zamanlar diğer sokaklara nazaran daha geniş olması, at arabalarının ve diğer araçların park yapabilmelerine olanak sağlamasından ismini aldığı söylenmektedir. Gel gör ki, bugün tam tersi özellikle Pazartesi günleri ve Boluspor maçlarının olduğu günlerde park yeri bulmak neredeyse imkânsızdır…   

 

Sokağın eski sakinlerinin dediğine göre, sokağın güneş ışınlarını az alması, özellikle kışın yerlerin kurumaması ve ıslak kalmasından dolayı bu sokağa halk arasında “Sidikli Sokak” denirmiş…

 

Oyunlarımızı oynadığımız, sıkı arkadaşlıklar edindiğimiz, ekipler kurup savaşlar ve maçlar yaptığımız, sevdalarımızı, üzüntülerimizi, sevinçlerimizi, tecrübelerimizi yaşadığımız ve önemlisi acısı tatlısıyla hayatı öğrendiğimiz Parkalan Sokak…

 

Günde üç, dört maç yapardık. Hatta bu da bizi kesmez, üst ve alt sokaktaki çocuklarla mahalle maçları yapardık. Hatta büyüklerimiz bile dayanamaz, onlar da maçlarımıza eşlik ederlerdi. Maç sırasında sokaktan biri geçerse hemen oyunu durdururduk.

 

Saygı ve sevgi bizim öncelikli değerlerimizdendi. Biz büyüklerimizden böyle gördük…

 

Hacı dedemizin izin verdiği ölçüde oyunlar oynadığımız, dalından taze meyveler yediğimiz, erik, elma, armut, kiraz, vişne ağaçları olan bir bahçemiz vardı.

 

Anneannemin bahçesi bu büyük bahçeye dahil olmasına rağmen, büyük tarabalarla ayrılmış, içinde çeşit çeşit çiçekler ile meyve ağaçları bulunurdu. Anneannemin bahçesine düşen toplar, çiçeklerine zarar verdiğinden anneannem tarafından patlatılırdı…

 

Bahçesindeki dut ağacının ayrı bir önemi vardı. O kadar lezzetli dutları vardı ki, komşular bu ağacın altında çay içmeye gelirler, dut yiyerek tatlı sohbetler edilirdi. Bahçede o kadar çok meyve olsa gerek, ağaçlara çıkar, meyve ile doyduktan sonra meyve savaşları yapardık…

 

Bahçenin kenarında eski barakalarda köpek yavrularımız vardı özenle beslediğimiz. Hayvan sevgisini tattığımız dönemlerde her arkadaşım bir köpek sahiplenir, onlara bakardık incitmeden…

 

Kedimiz vardı “Minnoş” adında…

 

Renkli gözleri, renkli ve uzun tüyleriyle sevdirirdi kendini…

 

Saklambaç oynar, Güray Teyze’nin eski evi önünde, toprak zeminde, misketlerle kuyu oyunu oynardık. “Tolgaların bayırı” dediğimiz, Yüncü Makbule’nin karşısına denk gelen rampadan kışın kızaklarımızla, yazın tornetlerimizle kayardık…

 

Bayramlarda kapı kapı dolaşıp, komşularımızla bayramlaşır, şeker toplardık…

 

Aynı organize işleri Kandil günleri ateş yakarak ve meşalelerle dolaşarak gerçekleştirirdik.

Yumurtacı Selim Abinin bakkal dükkânının önünde buluşur, o gün yapılacakları kararlaştırır ya da çevreden duyduğumuz ilginç olayları birbirimize anlatırdık.

 

Yazın sıcak günlerde bisikletlerimize binip, Büyük Su’ya ya da Akkayalar’a giderdik…

 

Ter akıtarak para kazanma yolunu halde karpuz atarak öğrendik…

 

Turbo sakızların içinden çıkan araba resimlerini biriktirir, gazoz kapağı oyunu oynardık. İnşaatlarda kullanılan plastik elektrik borularının içine kâğıttan külah yapar, üfleyerek savaş oyunu oynardık. Yazın su savaşı yapar birbirimizi ıslatırdık.

 

Bu oyunları, organizasyonları yaparken takım kurar, ekip çalışması ve strateji geliştirirdik… Hey gidi günler hey!...

 

Şimdi bakıyorum sokağımıza, ne Güray Teyzenin evi kaldı, ne de bahçe…

 

Nereye gitti o çocuklar?...

 

Top oynayanlar sadece inler, cinler…

 

Sağlı sollu park etmiş arabalar ve sessizlik…

 

Teknolojinin toplum hayatımızı nasıl şekillendirdiğini zaman bize gösteriyor…  

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Biz Bolulular (www.bizbolulular.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Nöbetçi Eczaneler

Resmi İlanlar

Mobil Uygulamalarımız

IOS UygulamamızAndroid Uygulamamız