- 20.02.2011 00:00
Cumartesi günü Ankara’da Kültür Çağlayanı ve Yol Dergisin düzenlemiş olduğu ‘2. Yazar ve Şairler Başkent Buluşması’ adlı etkinliğin konuğu olarak Semra Kocabaş’la birlikte Ankara’daydık.
Yaklaşık 300 civarında yazar ve şairin katıldığı böyle bir etkinlikte, Sanat Sokağı Dergisi olarak yer almak mutluluk vericiydi. Programın ev sahipliğini yapan Yol Dergisi ve Kültür Çağlayanı adına Erhan İvgin ve İbrahim İmer kardeşlerim, konuşma yapmak ve şiir okumak için bizleri kürsüye davet ettiler. Bu davet beklemediğimiz bir sürprizdi. Onlarca değerli edebiyatçının karşısında konuşmak şahsım için gurur ve mutluluk vericiydi.
Haliyle Sanat Sokağı Dergimizden ve Bolu’dan bahsettik. Konuşmanın ardından salonda bulunan birçok şair yanımıza geldi. Birçoğunun ismini hatırlamıyorum ama benim için sevindirici olduğu kadar düşündürücüde olan; tanıştığımız Bolulu yazarlardı. Bazısı Alanya’dan, bazısı Karabük’ten, bazısı Ankara’dan programa katılmıştı ama Boluluydular. Hatta bir hanımefendi, “Ben Boluluyum ama beni Karabüklü şair olarak bilirler.” Dedi. Fatime Altuntaş hanımefendi ise, ‘Alanya’da yaşıyorum. Ama Geredeliyim.” Ve diğerleri. Bu tanışmalar mutluluk verici lakin Bolulu yazar ve şairlerle, Ankara’da yayın yapan bir derginin etkinliğinde tanışmak düşündürücü. Bu konuyla ilgili uzun bir yazı yazmayı düşünüyorum.
Biz böyle bir belediyeye ve siyasilere sahip olduğumuz sürece bırakın kültürü, sanatı, edebiyatı, Bolu’nun tanıtımını; hırsızlık, dolandırıcılık, kul hakkı, katakulli işlerle uğraşıp dururuz.
Neyse yukarda yazdığım gibi bu konuyu ilerleyen günlerde geniş bir şekilde işleyeceğiz. Bugün farklı bir konuya değinmek istiyorum. Gecenin konuklarından Nail Tan Hocam konuşmasında dergilerin öneminden bahsederken, “Ben tam onüç yıl bazı dergilerde yazılar yazıp piştikten sonra kitap yazdım. Bu dergilerin hepsi birer edebiyat okuludur.” Dedi.
Bu cümlenin üzerine kendi hayatımı düşündüm. 93 yılında edebiyat dünyasıyla ilk tanıştığımda, tam altı ay boyunca her hafta yazı yazdım. Ama hiçbir yazım yayınlanmadı. Altı ay sonra ilkyazım yayınlandığına ki sevincimi hatırlayınca hala gözlerim yaşarır. O zamanki Genel Yayın Yönetmenimiz Hasan Erdoğan Beyle daha sonra ki konuşmamızda bana şu cümleleri söylemişti. “Bak evlat, kalemin çok iyi. Bana ilk gönderdiğin yazı dahi yayınlanacak değerde cümleler içeriyordu. Ama o cümlelerin arkasında durabilecek birikime sahip değilsin. Yazıların karşısında farklı görüşe sahip bir yazar çıkıp seni itin gö.üne sokup çıkarırsa hiçbir şey yapamazsın. Ne zamanki birazcıkta olsa cümlelerin arkasında durabilecek birikime sahip oldun yazılarını yayınladım.” Demişti.
Aradan 18 yıl geçti. Ben hala o birikime tam anlamıyla sahip olduğumu düşünmüyorum. Ama Bolu’da yayınlanan gazetelere bakıyorum. Önüne gelen eline kalem almış zırvalıyor. Aslında onlara da pek suç bulmuyorum. Bütün suç bizim. Onlara, yazarlığın ve edebiyatın ne olduğunu anlatmazsak, çıkar böylesine ahkâm keserler. Pompacısı da yazar olur, tornacısı da.
Ha bir de avukatlar var. Yazar olabilecek en son meslekerbabı avukatlardır. Çünkü avukatlar savundukları kişileri para karşılığı savunmaya alışkın oldukları için bu mesleki alışkanlıklarını cümlelerine de yansıtırlar. Konu yine uzayacak en iyisi bu konuyu da başka vakte bırakalım. Ama unutturmayım. Bu avukat arkadaşlarımıza özel bir yazı yazalım muhakkak.
Başkent’teki yazarlar buluşmasına dönelim. Böyle bir etkinliği gerçekleştirdiği ve bizleri de kürsüye davet edip onurlandırdıkları için Kültür Çağlayanı ve Yol Dergisinin bütün emekçilerine müteşekkirim. Ayrıca gösterdikleri alakadan ve Sanat Sokağı Dergisi için söyledikleri övgü dolu sözlerden dolayı Hayrettin İvgin, Nail Tan ve Zeki Ergül Hocalarıma; İyi ki varsınız. İyi ki bizlerin yayındasınız.
Yorum Yap