HOCALARA KILDIR-KAÇ DENİLİYOR

Yurdaer Kalaycı ile gerçekleştirdiğimiz Ramazan Sohbetlerimizin ikinci bölümü.

HOCALARA KILDIR-KAÇ DENİLİYOR
19.08.2011 - 12:59

 

    Yurdaer Bey’in babası Bolunun en eski, en ünlü aşçılarından. Kendisinden bir tarif alalım Ramazana özel istedik, ama…

Yurdaer Bey, babanızdan bahsettik. Bolu'nun en eski, en meşhur aşçılarından birisiymiş. Sizde otelinizde değişik tarifler uyguluyorsunuz. Bize küçük bir tarif verebilir misiniz?
 

“Şimdi ben sana tarif vermeyeceğim” diyor Yurdaer Bey. Duyunca üzülüyorum ama sonra devam ediyor. Gerekçelerini açıklayarak…


Çünkü rahmetli babam derdi ki;
ameli başka nazeri başka.
Yemek tarifle yapılamaz.
Bir reçete söylesem, on kişiyi toplayıp, hadi yapın desem, on ayrı lezzet çıkar.    

Kimisi yenmeyecek kadar kötü olur, kimisi eh olur,
ama içinde hakikaten bu işi bilen, bu işi gönlünde yoğuran,

severek yapan biri varsa,
onun yaptığı harika olur.
Aynı reçete ama püf noktaları var işin.
Ancak bunu işi aşk boyutu ile seven bilir.
***

Rahmetli babam derdi ki;
yemekle pişeceksin, başka hiç bir şey düşünmeden yapacaksın.
Roman okurken, örgü örerken yemek yapılmaz.
Yemek yaparken sadece onunla ilgilenirsin.
Eskiden sevgi katılırdı yemeklere.                                                                                                      

-Maltız nedir biliyor musun kızım?

-Hayır, bilmiyorum.

- Peki, mangalı biliyor musun?

-Evet.

- İşte maltız o mangalın sadece yemek için olanı.

Maltızlar vardı, kömür ateşinde yapılırdı yemek.
Maltızda ateş çok yüksek derecede olmaz.
Orada anneanneler akşam kocam, oğlum, kızım gelecek diye aşkla yaparlardı yemeklerini

Akcakoca da bir çorba kaşığına 40 tane girecek kadar küçük dolma sarılırdı.

Ne kadar zor bir şey, sende onu yerken, orada ki sevgiyi fark edersin.
Emek, sevgi olmadan olmaz. Eziyet olur.

Babanız evde size yemek yapar mıydı?
Babam evde yumurta bile kırmazdı. Annemin yemeklerine de bayılırdı
Aşçıların genelde hepsi evlerinde yemek yapmazlar.
Çünkü aşçılık onun profesyonel işidir.
Yemek yapmak evde kadının işidir.
Herkesin iş bölümü ayrılmıştır.
Erkek dışarıda kazanacak,
kadın içeride evin işini yapacak.
Bu da sosyal bir mukaveledir.
Efendim, vay ne münasebet diyorlar.  

Bir şiirden kısa bir bölüm okuyor Yurdaer Bey, anlatmaya çalıştıklarının kısa bir özeti aslında;           

" Bir elinde ayna, bir elinde şişe,
 erkeklik bu mu Ayşe,
erkeksen ayakta işe".

 

Kadın, erkek olmaya kalkmayacak.
Kadın Kur-an da fazlasıyla övülmüştür.
Her kadın anadır ve denmiştir ki:
“cennet anaların ayakları altındadır”
Kadına bu kadar değer verilmiştir.
Ama batı toplumunun pislikleri ile,
kafası karışan toplumuzda o denge bozulmuştur.
Mesela benim annem babam birbirlerine isimleriyle hitap etmezlerdi.
Kimi ailede "hu" "yahu" filan denirdi.
Siz, biz gibi hitap biçimleri vardı.
Laubalilik yoktu. Otorite, yani höt-zört de yoktu.
Ama çok güzel bir hiyerarşi vardı.
Evin reisi erkekti.

Yurdaer Külliyesini duymayan yoktur sanırım. Değişik mimarisi ve aktiviteleriyle örnek Camilerimizden biri.

Peki, son olarak Yurdaer Külliyesinde Ramazan ayına özel bir programınız var mı?

Bizim orada ki programın ne olduğu önemli değil.
Önemli olan şudur, Ramazan eğlenceleri, sadece teravihten sonra yapılır.
Teravihten önce asla hiçbir şey yapılmazdı.
Meselenin şah damarı burada.
Şimdi maalesef bütün belediyeler;
Ramazan ayında, ramazan çarşıları yapıyorlar.
Bu çığ gibi büyüyor. Manevi duygu istismar ediliyor.
Çünkü gençlerin çoğunun o maneviyatla ilgisi kalmamış.
Onlar sadece ramazanın eğlence boyutunu seviyorlar.
Bu eğlencenin sonsuz bir eğlence olacağını,hiçbir mükellefiyetinin olmayacağını düşünüyorlar.                 Adam oruç tutmuyor, namaz kılmıyor. Ama ramazan eğlencesini istiyor.
Alan da kaçan mı arabadan soğanı?
Var mı böyle bir şey?
Ama maalesef siyaset ve popülizm nedeniyle,
yetkililer bunu suistimal ediyor.
Halkın daha çok kandırılmasına vesile oluyor.
Şimdi birde kapalı mekanlarda sigarada yasak,
Ramazan çarşılarında sigaralar, nargileler, çaylar kahveler içiliyor, müzik dinleniyor.
Teravih vaktine kadar eğlence
iyice derinleşiyor.
İnsanlar kopamaz hale geliyor.
Bu sefer rekabet başlıyor çarşı ile cami arasında;
Ey vatandaş camiye gitme, gel bak burada çay, kahve var.
Genç de onu bir eğlence olarak kabul ediyor,
Allahın karşında alnını secdeye koymak istemiyor.
Şimdi bu genç mi suçlu, buna sebep olanlar mı suçlu.
****
Bizim Külliye de teravih namazından sonra bir şeyler yapmaya çalışıyoruz.
Ama hayatın bir takım katı gerçekleri var.
Şimdi tatil ayı değil ramazan ayı.
Zaten 11 de teravih bitiyor.
Bu adam ne zaman yatacak, ne zaman sahura kalkacak, ne zaman işe gidecek.
Bu kolay değil.
Ramazan eğlencelerine de zamanı kalmıyor insanların.
Biz çok uğraştık, fakat adam yorgun argın zaten gidiyor. Bir kısmını da ilgilendirmiyor.
Burada Tarkan sahneye çıksa bak o zaman nasıl gelirler.
Bizim eğlence düttürü geliyor onlara.
Çok fazla başarılı olduğumuzu söyleyemiyorum.
Bu illaki eğlenmek değil. Birbirimizi tanımamız lazım.
Komşu komşunun evinde et mi kaynıyor, dert mi kaynıyor bilmiyor.
Komşu komşunun adını bilmiyor. Mevla'm selamet versin.

Bu bir iki senede düzelmez. Bu Yurdaer'in Külliyesinde yaptıklarıyla da düzelmez.
***

“Hocalara yeni bir ad takmışlar. KILDIR-KAÇ”

Ama biz muhakkak ki Kur-an da ki İslam'ı yeniden öğrenmeli ve fark etmeliyiz.
Ve ona göre yaşamalıyız.
Mevcut Müslümanlık diye yaptığımız şeyler aklı kilitlemekten,

insanları düşünmez hale getirmekten, cahiliye dönemi Arap örf adetlerini uygulamaktan öteye gitmiyor.
Kuran la gerçekte hiçbir alaka yok.
Maalesef camiler bir ticaret meta'ıi olarak kullanılıyor.
Hocalar bana kızacak belki ama pek çok hoca görevlerini Allah rızası için yapmıyor,
camilerine bakmıyor.
Zannediyorlar ki vazifeleri namazı kıldırıp kaçmak.
Onlara yeni bir de ad takmışlar. Bende yeni öğrendim.
Hocalara "kıldır-kaç" diyorlar.
Halbuki hoca dediğin bütün mahallesinin maneviyat doktorudur.
Onların dertleriyle ilgilenir. Onlarla sohbet eder. Onlara manevi telkinlerde bulunur.
Camisini temiz ve açık tutar. Kiliselerin papazlarının kiliselerden ayrılmadığı gibi.
Bizim camilerimizin hepsi vakit namazları dışında kilitli.
Bu ne biçim Müslümanlıktır.
Her yere mantar gibi cami inşaatı yapılıyor.
Türkiye'nin halkının tamamını camilere doldur, camilerde boş yer kalır.
Allah bize ne diyor;. Ben size gök kubbeyi mabet yaptım.
Yani illa ki camide namaz kılınmaz. Evinde de, mescitte de kılınır..
Ama 70 kişilik nüfusu olan köye, bin kişilik cami yapıyoruz.
Allahın evi mi oluyor, hayır şeytanın evi oluyor.
Benim camim senin camini döver.
Mağrurlanma, üstünlük taslama,
ayıptır bunlar.
 

Röportaj sonrası “elini öperek” ayrılıyorum, Yurdaer Otel’den.

Bize değerlerimizin ne kadar kıymetli olduğunu tekrar hatırlattı.

Yurdaer Beye teşekkürlerimizi iletiyoruz.

Haber-Röportaj: Nermin Kaya 


Editör: E. Candan