BOLU BAŞKENT OLABİLİRMİŞ

Mustafa Namdar ile yaptığımız röportajın 3. Ve son kısmı sizlerle.

BOLU BAŞKENT OLABİLİRMİŞ
4.08.2011 - 17:07

 

Mustafa Namdar ile yaptığımız röportajın 3. Ve son kısmı sizlerle.

Röportaj randevusu istediğimde “ Sadece yarım saat hocam, lütfen” demiştim kendisine. Ama o kadar güzel şeyler anlattı ki bir ara şöyle bir diyalog geçti aramızda

-        “ Hocam çok vaktinizi aldım biliyorum. İşiniz de vardır ama, son birkaç soru daha sormak istiyorum.”

 dediğimde röportajımızın 73. Dakikasıydı. Sonra o son birkaç soru için Mustafa Hocam yoğun temposuna rağmen, yaklaşık bir saat daha vakit ayırdı bizlere. Kendisine buradan tekrar teşekkürlerimi iletiyorum.

Keyifli okumalar….

Hocam ben Bolu’nun geçmişini de çok merak ediyorum. Eski günleri şöyle bir yad etseniz bizler için.  

Çocukluk dönemlerimizde ki Bolu’yu düşündüğümüzde, yol diye tabir edilen yerlerde Arnavut kaldırımı denilen taşlar döşeliydi. Bizim oturduğumuz Akpınar Mahallesinde, asfalt falan yok, her yer toz toprak. Fakirlik nedeniyle, hele yaz tatillerinde kimsenin ayakkabı falan giydiği yoktu. Çocukların oyun çeşitleri çok farklıydı. Bilgisayar gibi sizi meşgul edecek bir şey yok. Çocuklar ne yapardı, kesinlikle evde durması mümkün değil, sokaklarda oyun oynardık. Çember çevirirdik, çelik çomak oynardık. Uçurtmalar uçururduk, saklambaç oynardık.

Komşuluk ilişkileri çok başkaydı. O dönemlerde sadece birkaç evde radyo vardı. Birçok evde elektrik ve su yoktu. Akpınar mahallesinde hayrat vardı, oradan su taşınırdı. Kör idare lambası dediğimiz lambaların ışığında ders çalışırdık. Evlere baktığınızda, özellikle 44 depreminden önce ahşap evlerdi. Sıvası dökülmüş, kireç boyalı ahşap evler…

Peki, hocam Bolu’nun Cumhuriyete tepkisi nasıl olmuş? Bolu hep isyan eden bir, Cumhuriyete karşı bir şehir gibi gösteriliyor.

Cumhuriyet döneminde, istiklal harbinde falan belki Bolu’nun adı isyanlarla duyulmuş. Ancak, yazılan bir takım gerçekler var, Bolu’nun direk olarak isyanlarla ilgisi yok. Evet, bir takım isyanlar olmuş. Onu da şöyle düşünmek gerekiyor. Siz yıllarca Osmanlı idaresinde kalmışsınız, yeni bir devlet kuruluyor ve insanlarda bir tedirginlik var. Bu nedenlerle bazı insanlar, cumhuriyete ve kuranlara tepkili olmuş olabilir.

Belediyenin çıkarmış olduğu bir 17 Temmuz kitabı var, oradan okuduğumuz ve büyüklerimizden dinlediğimiz kadarıyla, Atatürk Fırka tepesinden Bolu’ya baktığında burayı daha önce niye görmedim diye hayıflanıyor. Bu da insanın aklına “ ben daha önce burayı görseydim, Ankara’yı değil Bolu’yu başkent yapardım” ı getiriyor. Ata, Bolu’ya geldiğinde İzmir’de çıkan bir isyan nedeniyle gitmek zorunda kalıyor ve gitmeden önce tarih için çok önemli bir kararı Bolu’da alıyor. Kadınlara seçme ve seçilme hakkı ilk olarak burada ki yemekte, sohbette dile getiriliyor ve burada karar alınıyor.

Atatürk’ün Bolu’ya gelişiyle ilgili annenizin babanızın size anlattığı şeyler var mı?

Babam şekerci ustasıydı. Şekerci Hayrettin’in yanında 35 yıl çalışmışlığı var. Dolayısıyla bu insanların, o yoğun iş temposundan ayrılıp, Abant bayramı gelmiş falan diye iş yerlerinden ayrılma şansları yok.

17 Temmuz önceleri Abant bayramı olarak kutlanırdı. Sonra Atatürk’ün Bolu’ya gelişi olarak kutlanmaya başlandı.

Halk bugün hisar tepesi diye anılan yerde yani karga tepesinde coşkuyla karşılamış Atatürk’ü. Daha sonra da bugün kültür müdürlüğünün bulunduğu eski Halk evinde kalmış.

Peki, siz o binanın eski halini gördünüz mü?

Tabi, o binanın bahçe düzenlemesi, mimarisi o dönemin şartlarına göre müthişti. Yazları insanlar zaman geçirirdi. Bahçesinde iki tane havuz vardı. Biz çocuklar orada yüzerdik. O halk evinde sosyal içerikli tiyatrolar yapılırdı. Son dönemde de bir sinema işletmecisi geldi, bir takım sinema filmleri gösterildi ve sonra da yıkıldı zaten o bina.

Peki, hocam Kalkınma Vakfını sormadan bitirmeyelim röportajımızı.

Bolu Kalkınma ve Tanıtma Vakfı, 1985 yılında, dönemin valisi Gökhan Aydıner tarafından üniversite ile ilgili işlemleri yapabilmek için kurulmuş. İzzet Baysal’ın Bolu’ya yaptıklarını dünyanın hiçbir yerinde görmek mümkün değildir.

Vakıf bundan sonra neler yapmış. Bolu’nun tanıtımı ve kalkınması için bir takım faaliyetlerde bulunuyor. Bolu’nun güzelliklerini, tarihi mekânlarını, çeşitli fuarlarda bazı kurumlarla beraber tanıtmaya çalışıyoruz. Bunun dışında, Türk Sanat Müziği korosu, bizim bünyemizde şuan, tamamen amatör ve gönüllülük ilkesi üzerine devam eden bu koro ile beraber, tanıtım toplantılarına katılıyoruz. Bolu’nun yöresel ürünlerini de götürüyoruz oralara ve konser öncesi konsere gelen insanlara bunları tanıtıyoruz. Gittiğimiz yerlerde ki insanları buraya davet ediyoruz, onlarla beraber burada ortak konserler veriyoruz.

Bunun yanında diğer vakıflarda olduğu gibi öğrencilerimize burs verme olanağımız olmuyor. Çünkü ekonomik olarak güçlü bir vakıf değiliz. Biz sadece tanıtım anlamında Bolu’ya hizmet vermeye çalışıyoruz.

Yüksel Ceylan döneminde bir Başkan yardımcılığı göreviniz oldu. Ama bildiğim kadarıyla hiçbir siyasi partiye de üye değilsiniz.

İnsan olarak, mutlaka kendinize göre bir siyasi düşünceniz vardır. Ama ben öğretmenlik dönemimde de, sonrasında da siyasi bir rozet taşımak istemedim. Ben insanlara, nasıl faydalı olunabilir onu düşünüyorum.

Yüksel Bey döneminde önce basın müdürü olarak teklif geldi. Hiç düşünmediğim bir görevdi benim. Epey mücadele ettim, öğretmenlik mesleği başka şey, belediyecilik başka şeydi. Çok ısrarcı oldular. Sanki havuzun kenarında dolaşırken biri itiverdi ve basın müdürü olarak çalışmaya başladım. Sonra başkan yardımcılığına geldim. Bugünde aynı şeyi söylerim, belediyede bir ayağınız 657 de diğer ayağınız siyasette. Bu iki ayağı dengede tutmak çok zordur. Evden dışarı çıktığınızda ayağınıza takılan taşın sebebini belediye de ararsınız vs. yasanın ne olduğunu kimse müteala etmez. Haklı olduklarını sandıkları her konuda paldır küldür belediyeye gelirler. O dönemde belki öğretmenliğinde vermiş olduğu bir özellikle önceleri insanları sakinleştirmeye çalışırdım. Sonra derdini dinlerdim. İnsanları ikna edip, rahatlamış olarak göndermeye çalışırdım. Ama giderken tekrar dönüp, kapının tokmağını tuttuğunda, hocam iyi beni rahatlattın da, ben belediye başkanına oy verdim derdi. Çok tuhafıma giderdi. Oyu verirken memleketin işini yapsın diye mi, yoksa kendiişlerini yapsın diye mi? oy verdin diye sorardım. Hadi hocam kolay gelsin der giderdi.

İşte bunun gibi siyasi düzlem çok hareketliydi. İnsanlar hep kendi söyledikleri doğru diye düşünürler. Aslında çok kutsal bir görev diye düşünüyorum. Ama sıkıntısı çok fazla.

Hocam son olarak, birçok başarılı işi beraber götürüyorsunuz. Kent konseyi, okul ile ilgili vakıf, Bolu Kalkınma ve Tanıtma vakfı vs. gibi. Genç arkadaşlarımıza ne gibi tavsiyelerde bulunursunuz?

Başarı denir mi bilmiyorum. Onu hizmeti alan insanlar değerlendirmeli. Ama ben hayata şöyle bakıyorum. İnsanların bir çocukluk dönemi vardır. Sonra büyürsünüz okul hayatınız başlar. Ders çalışma, sınıf geçme falan gibi bir takım aktivitelere başlarsınız. Okul biter. Delikanlılık dönemleriniz başlar. Onu frenlemek zordur. Ve sonra iş hayatınız başlar. Ekmek parası kazanmaya başlarsınız. Çoluk çocuk sahibi olma zamanınız gelir vs. ve emeklilik çağınız gelir. Ama hayat devam ediyor. Artık gideceğiniz yol çatallı değildir. Önünüzde düz bir yol ve ulaşmanız gereken bir hedef vardır. Yol uzunluğunun ne olup olmadığını bilmemenize rağmen, insanlara nasıl yardımcı olunabilir, dostluklar nasıl pekiştirilir, insanlar arası ilişkiler nasıl sağlıklı olur bunları düşünürsünüz. Ben bunları yapmaya çalışıyorum. Siz göreviniz ne olursa olsun, hizmet ettiğiniz kişilerin nasıl mutlu olacağını düşünürseniz mutlu olursunuz. Yoksa ben bundan nasıl menfaat sağlarım diye düşünürseniz bundan bir sonuç alabileceğinizi düşünmüyorum. İşte burada paylaşımda hep bana felsefesini bir tarafa bırakıp, paylaşımcı olursanız mutlu olursunuz. Benim gençlere tavsiyem ancak bu olabilir.


Editör: E. Candan