"TÜRK KADINI HİZMETÇİ RUHLU"

Bolu Gündem Gazetesi eski Sorumlu Yazı İşleri Müdürü, bizbolulular.com yazı ailesinin üyesi, resim sevdalısı,  yazar ve öğrenci Ümit Turpcu ile bir söyleşi gerçekleştirdik. Renkli, sıcak kişiliğini, sanata, hayata, Bolu’ya dair anlattıklarına da  yansıtanTurpcu bakın neler söyledi.

30.06.2011 - 11:58

BOLU’YU  KENDİME AİT KILDIM

“Tabi büyüdükçe, bir “yer”e ait olmadığımı; bulunduğum yeri, kendime ait ettiğimi anladım. Bu sınırları ortadan kaldıran sağlıklı bir duygu bence” diyor Turpcu ve devam ediyor.

Sizi tanıyabilir miyiz?

Aslen Nevşehir ama ben 1966 Kırşehir doğumluyum.  Hiç hatırlamadığım memleketim orası benim. Nevşehir, Ankara, İzmir, Erzurum ve Bolu ve hatta balayına gittiğim, aylarımı geçirdiğim Hakkâri, Şemdinli;  tüm bu illerin doğası, insanları, kültürü ile büyüdüm. Memur çocuklarının Türkiyeli olmak gibi bir durumu vardır zaten. O zamanlar zordu, buruk ve acı bir arkadaş vedasıydı gurbetlik ama hoş da bir yanı vardı.  Sürekli değişiklik, tanıma, farklılıkları sezme ve kabullenme ayrıca da merak etme duygularımı geliştirdi sanırım.Ve bir şekilde hissettiğim yalnızlığıma yoldaş ettiğim kitaplarım vardı mesela. Okuma alışkanlığını sağlamca edinmemin nedenlerinden biri olarak söyleyebilirim bunu. O zamanlar farkında olamayacağım ancak, istesem de kolaylıkla elde edemeyeceğim bir kazanç bu çeşitlilik, renklilik.

Tabi büyüdükçe, bir “yer”e ait olmadığımı; bulunduğum yeri, kendime ait ettiğimi anladım. Bu sınırları ortadan kaldıran sağlıklı bir duygu bence. Bolu’yu da uzunca zaman önce evliliğimle, güzel çocuklarım Ayçam, Ardam peşinden, işlerim, sanatlarımla adım adım pekiştirerek bana ait ettim. Çok daha estetik ve uzman güzelliklere kavuşması gereken bir kentte keyifli ve anlamlı bir yaşam. Daha da anlam kazanması için bilmeden çabalamak hoş. 

TÜRK KADINI HİZMETÇİ RUHLU

Özel hayatı ile ilgili soruya oldukça genel bir yanıt veren Ümit Turpcu, kadınlardan oldukça şikayetçi görünüyor. Ve ilginç bir de tespit yapıyor;” ; “Türk kadını hizmetçi ruhlu, tüm dünyası, konu-komşunun takdir edeceği temiz halıları, camları, aferin alacağı yemekleri...”

-Özel hayatınızda neler yaparsınız? Hobileriniz nelerdir?

-Özel hayat mı? Çalışma ve sosyal hayat dışında geçen bölümünden söz ediyorsun Nerminciğim ama “Türk kadınının özel hayatı yok”  gibi keskin bir ifade kullanabilirim burada. Demagojik olacak biraz ancak, kadın hep çalışır. İşi yoksa da kendisini dolduracak, hoşlanacağı bir şeyi yapmak yerine adına “fedakarlık” diyeceği uğraşlar bulur kolaylıkla. Yakın zamanda vefat eden, - nur içinde yatsın- uzun yıllar yurt dışında yaşamış bir ablamız vardı. Derdi ki; “Türk kadını hizmetçi ruhlu, tüm dünyası, konu-komşunun takdir edeceği temiz halıları, camları, aferin alacağı yemekleri, eşi ve çocukları. Neleri yapmaktan hoşlandığını bilen, kendine zaman ayıran kaç kadın var?”Bu altına imzamı attığım bir söz oldu her zaman. Evet, çağın gereği birçok şey değişiyor, kadının var olma çabası da gelişiyor ama ne desek de üzerimize yapışmış, öğretilmiş ev hanımlığı, eş olma, anne olma sorumlulukları “özel hayat” olarak tanımlayabileceğimiz zamanın çoğunu hortumlayıp gidiyor. Köyde kentte, çalışan çalışmayan, evli, bekar hiç fark etmez, erkeğin dünyasında, özeli geneli ile “var olmak” isteyen kadınlar için hayat zaten çok zor ve ilave zorluklara gerek yok.  İşin garibi de bu ilave zorlukların en büyüğü olan zamansızlık sorununu bir parça biz kadınlar kendimiz yaratıyoruz. Gerekli gereksiz eşyalarla doldurduğumuz kuş yuvası evlerimiz omuzlarımıza iş yükü durumunda. Evinde örtü bile bulunmayan bir kadın olarak diyorum ki;” Pratikleşemiyoruz.”  Yeni çıkan reklam çığırtkanlarının pazarladığı bir ürün benim hayatımı kolaylaştıracaksa ancak düşünüyorum onun dışında “Var desinler” psikolojisi bana çok uzak mesela. “Ne kadar az ev metası o kadar çok zaman.”

Hobinin ötesinde 11 yıldır zevkle uğraştığım, içli dışlı olduğum resim sanatı, sergilerim, tembellik de etsem yazı yazmak, yeni ilgilenmeye başladığım fotoğrafçılık, kitap okumak, arkadaşlarımla bir akşam çıkıp yemek yemek, oyun oynamak bırakın hepsini düşünmek için zaman ayırmak benim özel hayatımın en zevkli parçaları. Ayrıca bu yıl içimde hep uhde olan yükseköğrenim yapma gayretindeyim. Açık Öğretim Fakültesinde Sosyoloji okuyorum,  bu da kendim ve umuyorum ki insan yararı için gerçekleştirdiğim bir güzellik. Tüm çabama rağmen- hizmetçi ruhu kalıcı sanırım-  yeterince zaman ayırdığımı düşünmüyorum fakat ayırdığım bölümü beni gerçekten mutlu ediyor. “Mutlu kadın mutlu aile ve toplum.” Güzel slogan oldu sanırım.

YETENEKLİYİM AMA…

Kitap okumayı çok seviyorsunuz. Peki, siz bir kitap yazsanız konusu ne olurdu?

Evet kitap okumayı çok seviyorum. Küçüklüğümden beri bu böyle.  Her okuduğum kitapta yazarını düşünürüm, kahramanlarını, geçen olayların ne kadarını onun yaşadığını ve ne kadarını kurguladığını, bazen kıskanırım bile yaptığı müthiş bir benzetmeyi ya da imgelemesini okuduğumda. Ve inanılmaz takdir ederim. Sözcüklerle aram iyi, anlatımlarla ilgili yeteneğim olduğunu biliyorum. Köşe yazılarım hiçbir zaman makale tanımına girmedi. Edebi öğeler ağırlıktaydı hep, deneme tadındaydı,  ama yine de kitap yazma konusu benim için oldukça uzak. Belli bir sıkışmışlık yaşıyorum, düşündüklerimi ifade etmek te zorluk yaşayan bir insan olmamama rağmen yazmanın hale de kitap yazmanın ciddi bir özgürlük gerektirdiğini hissediyorum. Bir de o kadar değerli ve güzel kitaplar var ki onların üstünde birşeyler çıkaramadıktan sonra kalkışmak bile anlamsız geliyor bana. Özgünlük önemli, konu ve yazım açısından.  Ama yazmış olsam, oldukça ironik öğeler içeren, güldüren, düşündüren, hüzünlendiren,  içinde bolca çocuk ve kadın kahramanı olan, sevgi, barış, eşitlik, tokluk olan bir kitap olurdu. Hayat olurdu. Hayat böyle değilken bile. Olanı değil olması gerekeni öyküleştirmek gerçek gibi. Bunu isterim.

Peki, şimdiye kadar izledikleriniz arasında en beğendiğiniz film hangisidir?

V ForVandetta, ilk aklıma gelen oldu nedense şimdi. Replikleri ile bana çok çarpıcı gelen bir müthiş filmdir mesela. “Özgürlüğün Bedeli” defalarca izleyebileceğim bir film. “Kelebek Etkisi” unutulmazlarımdan, “ Koku” , “Ölü Ozanlar Derneği” yine replikleriyle aklımdadır,  “Schindler'in Listesi” “Pianist” içim yana yana izlediğim savaşın çirkinliğini gözüme sokan muhteşem filmlerdir. O kadar çok ki aslında hangisini sayayım.  Kaliteli olsun yeter ki, konu ve tür  ayrımım da çok yok aslında. Yerliler arasında filmler hakkında daha sonra konuşuruz.

Hayatınızda kurallarınız var mıdır?

Olmaz mı… Her insanın kuralları vardır. “Olmazsa olmazları ve olursa olmazları.” Hoşgörü alanlarımız ve sınırlarımız da farklı. Benim de genel insanlık normları dışında asla affedemediğim, kabullenemediğim davranış şekilleri var. Kendimle ilgili olması ya da bana bir zararı olması da gerekmiyor. İnsanları seviyorum, “insanız” diyorum ama işte bazen, verilen sözler tutulmadığında ki “söz veriyorum” denmesine gerek yoktur, yalanlar, ikiyüzlülükler, hırsların yok ettiği onur, insan olmanın gereği belki ama zayıflıklar, beni hem kendimi sorgulamaya hem onlara kırılmaya itiyor. Katılaştırıyor. İnsanız yapacak bir şey yok. Çok şey varken yok.

BOLU İÇİN FAYALI OLACAK HAYALLERDEN VAZGEÇİLMEMELİ

Turpcu, bir sanatçı ve gazeteci olarak Bolu’nun şehirleşmesi konusunda görüşlerini anlattı. Yaşadığı kentin hak ettiği güzellik ve zenginlikte olamadığını vurgulayan Ümit Turpcu, kongre merkezi hayalinden vazgeçilmemesi gerektiğini söyledi.

Bir gazeteci ve sanatçı gözüyle Bolu’nun en büyük problemi nedir?

Bolu’nun en büyük problemi bence, bir zevksizlik abidesi olarak büyümeye devam etmesi. Bolu şehirleşemiyor. Şu an da Atatürk Orman Parkındayız. Belki Bolu’da ki estetik açıdan en doğru, en güzel proje burası. Arıtma tesisleri ya başka ne var? Alt yapı iyileştirmeleri yetersiz, araç park sorunu büyük. Her şey yol demek değil ki. Bir eleştiri yönelttiğinizde yapılan saçma kavşakların mekanı, plansız, yol mühendisliğinden bihaber yollar burnumuzun ucuna konuyor. Anlamıyorum. Şehrin iki ucunda giriş ve çıkışlarda toparlanma var ama asla yeterli değil. Günlük hayatımda sıkça kullandığım yerlerde de ciddi iyileşme istiyorum.  Şehir içi yollar berbat durumda, doğalgaz çalışması nedeniyle sineye çekiyoruz, ama kaldırımlara ne oluyor? Takılmadan, caddeye inmeden yürümek mümkün değil çünkü belediye meydanı dahil olmak üzere birçok kaldırım üstünde yine araçlar park halinde. Park sorunu mutlaka çözülmeli.

Bolu gelişimi için turizm ciddi anlamda önemli. Gelecek turistin şehir içini ziyareti önemli, küçük de olsa bir hava alanı önemli, kongre merkezi olmak hayalinden vazgeçilmemesi önemli. İşsizlik ve istihdam açısından önemli. Umarım Bolu, bu dönem seçilen yeni milletvekillerimiz ve belediyemizin ciddi çalışmaları ile hak ettiği estetik güzellikler kadar gerçek zenginliğine de kavuşur. Her ne kadar Türkiye’nin en zengin ili de sayılsak biz bunun böyle olmadığını sadece bilmiyor “yaşıyoruz.”

GAZETECİ MÜDANASIZ OLMALI

“Gazetecinin eskisi olmaz” derler, Turpcu’nun söyledikleri de bu söze büyük uyum sağlıyor. Yerel basın hakkındaki yorumları dikkat çekici.

Gazeteciliğe gelecek olursak.Bolu basını ile ülke genelinde ki basını karşılaştırır mısınız?

Ulusal basının elindeki imkanlarla yerel basının fiziki koşullarını karşılaştırmak biraz haksızlık olur. Ben Bolu Gündem Gazetesi’nde işin mutfağı ile tanıştım. Yakinen biliyorum ki gerçekten kısıtlı imkanlarla ellerinden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyorlar. Bu arada yeteneklerimin üstüne iyi bir gazeteci olarak yetişmemi sağlayan, Fatih Maradit ile Adem Turgut’a teşekkürlerimi ileteyim ve devam edeyim.  Ajans haberleri dışında özgün haber yakalamak, söyleşilerle, özel başlıklı takip haberleri ile gazeteleri zenginleştirmek önemli ancak bu da yetişmiş muhabirlerle olabilecek bir olgu. Ki maalesef yerelde gazeteciliği, muhabirliği meslek olarak seçen pek yok. Haklı olarak yok. İnsanlar ev geçindirecek karınlarını doyuracak maddi gelire sahip olamayınca bırakıyorlar işi. Meslekten ayrılalı üç yıl gibi bir zaman oldu, değişen birşeyler olduğunu umuyorum.

Gazetecilik, müdanasız olmalı özgür olmalı. Gelecek ilan ve resmi abone parasına ihtiyacı olmaması gereken,  kent ve insanının çıkarlarını ön plana çıkaran ve bu amaçla sonsuz hareket kabiliyeti olan, yaptırımcı bir lokomotif.  Özgürlüğü maddiyat nedeniyle kısıtlanan bir basın haber yapma, tarafsız haber verme ve halk adına yetkililere soru sorma hakkına nasıl sahip olabilir ki?Önemli ve değerli muhteşem bir meslek, hakkıyla yapılması takdir edilecektir, her zaman.

Bolu basınında izlediğiniz köşe yazarları var mı?

Bolu basınında okuduğum kalemler var evet, Bolu adına doğru tespitler yapıp, insanların sorununa çözüm bulmaya çalışan hatta bir anlamda muhabirlik yapan, sosyal etkinlikleri düzenli izleyen, siyaseten sıkı takipte olan. bizbolulular.com da yer alan tüm köşe yazarları takibimde mesela. Ama internet gazetelerinde ve yazılı basında kendi alanlarında, kendi düşünceleri doğrultusunda yazılar yazan tüm kalemlerin emeğine saygı duyuyorum çünkü dürüst ve içten olduklarına inanıyorum.

ZATEN DEVDİNİZ

Gazetecilik hayatınızda ilginç olaylar yaşadınız mı?

Evet tabiki yaşadım. Gazetecilikte yetiştirme çabanız var. Çabuk olma gerekliliği ve gerginliği, sonradan gülümseyeceğiniz anılar bırakıyor sizde.  Sehven yapılmış bir dizgi hatasının sorumlusu olarak nasıl utanabileceğinizi bilemezsiniz. Hakkında yazdığınız eleştirel bir yazıyı algılayamayan bir oda başkanından ertesi gün kutlama alınca dumura uğrar ve hayretle esefle gülümsersiniz. İsim benzerliği nedeniyle ödül alan bir foto-muhabiri yerine validen şaşkınlık dolu bir telefon alınca da gülümsersiniz.

Ve duygulanırsınız da, amaç ve düşüncelerin anlaşılması önemli olmalı ki o dönem de AKP İl Başkanı olan Fatih Metin’le yaşanan bir diyalogumuzu unutmam. Bir proje gerçekleştiriliyordu. O projeyi de ben özel haber olarak takip ediyordum. Fatih Metin beni arayarak haberi yayınlama önceliğime saygı gösterdi. Ama o kadar mutlu olmuştum ki Bolu adına, kabul etmedim, ertesi gün bir basın toplantısı düzenleyerek tüm basın organlarına bu müjdeyi vermesini ve geniş bir kitleye haberin ulaşması gerektiğini söyledim. Dediği şey şuydu: “Ümit Hanım,  zaten gözümde devdiniz, iyice devleştiniz.”Evet şimdi bile düşünüyorum da gerçekten bazen içtenlikle söylenen bir övgü mutlu ediyor insanı.

Asla unutmayacağım bir anım da şu, bir arkadaşım bir arkadaşının benim yazılarıma olan hayranlığını söyledi  ve ertesi gün tanıştırmak için yanıma getirdi. Arkadaşımın arkadaşı; “Ümit Hanım, sizin yazılarınızı çok seviyorum, inanın üç dört kez okuyorum. Yine de bazen anlayamıyorum” dedi.  Hani övgü mü, yergi mi anlayamadığınız, arafta kaldığınız anlar vardır ya işte öyle birşeydi. Kahkahalarla andığım okurum, hala ona teşekkür ederim.

Yazı yazmak nasıl bir duygu?

Tüm sanat dalları icracısının kendini ifade etme şekli aslında. Resim nasıl renklerle, desenlerle anlatmaksa gördüğün içinde yaşattığın dünyayı, yazmak da sözcüklerle anlatmak;  bir bakışla anlatabilecek olduğunu, sayfalara aktarmak aklından yüreğinden geçenleri. Hepsinin güzelliği ve ayrıcalığı var. Ayrıcalık diyorum çünkü, kendini anlatma gereksinimi olan insanlar aslında doğal sanatçılar ve ayrıcalıklılar. Ne yolla yaptıkları ise sadece sanatlarının dalını belirliyor. 

SÖYLENMEYEN, BİR KELİMEYİ DAHİ YAZMADIM

Peki, herhangi bir yazınız veya haberiniz nedeniyle davalık oldunuz mu?

Bana dava açılmadı ama, o dönemde vekil olan ve genel bir söyleşi yaptığım Mehmet Güner ve iktisatçı Kenan Mortan davalık olmuşlardı. Güner’in biraz kastı aşan sözü ve Bolu için GSMH hesap araştırması yapan bilim adamı Kenan Mortan’ı karşı karşıya getirmişti. Mortan, Güner hakkında sembolik bir rakamla hakaret davası açmış ve kazanmıştı. Sayın Güner’in beni suçlayan ve yanlış haber yaptığımı iddia ettiği söyleşi neyse ki kayıt altındaydı , bana açılan bir dava olmadı. Kayıt olmasa dahi söylenmeyen bir sözcüğü yazmadım, söylenenleri çarpıtmadım dürüst ve doğru gazetecilik gereği ne ise onu yaptım.


Editör: E. Candan