- 27.01.2016 00:00
15.09.2014 tarihinde sizlerle paylaştığım yazıma tekrar bir göz attım. Yazının başlığı “Ani Savaş”…idi.
Yazının omurgasını Abdulhak Molla’nın meşhur “Bu mesel ile bulur cümle düvel fevzü felah, Hazır ol cenge ister isen sulhu salah” sözü üzerine kurmuştum.
Örnek olarak ta Rusya’yı göstermiştim. O tarihte Putin’in, ordusunun savaşa hazırlık seviyesini kontrol etmek maksadıyla askeri birliklerine “ani savaşa tam hazır olma” emrini verdiğini aktarmıştım.
Bu güne geldiğimizde görüyoruz ki Rusya/Putin bu emri durduk yere vermemiş. Rusya şu anda sınır komşusu dahi olmayan Suriye’ye kara, hava ve deniz birliklerini ve savaş araçlarını yığmış durumda. Sınırımızın dibinde kan ve din bağımız olan insanlara ölüm saçmakta. Rusya’nın ne işi var buralarda? Kan bağı mı var? Din bağı mı var? Bu coğrafyadan ülkesine yönelik bir tehdit mi var?
Dört yanımızda sınırlar geriliyor, gevşiyor. Yeni sınırlar resmen çizilmese de gayri resmi olarak yeni sınırların çizildiğini görmemek ahmaklık olur.Türkmen Dağı Hatay sınırımızın bitişiğinde. Tamamı Türklerden oluşan bir halk yaşıyor bu topraklarda. Her gün onlarcası, yüzlercesi cansız düşüyor toprağa. Umutlarını Türkiye’ye yöneltmişler haklı olarak. Akraba olduğu, komşu olduğu, dindaş olduğu, abi bildiği insanlardan yardım eli bekliyor.
Yarın Türkiye’de açık bir saldırıya maruz kalsa, bir yandan kendini savunmaya çalışırken bir yandan da etrafından gelecek yardımlara umut bağlayacaktır. O durumda yardım nereden gelecektir. Suriyeden mi? Mısırdan mı? Filistinden mi? Afganistandan mı? Pakistandan mı? Balkanlardan mı? Kırımdan mı? Orta Asyadaki Türk Cumhuriyetlerinden mi?Amerikadan mı? Almanyadan mı? Rusyadan mı? İngiltereden mi? İsrailden mi?. Nereden bir yardım gelecektir?Yoksa; Türkiye Devleti çok güçlüdür,her türlü tehditle başedebilecek durumdadır, kimsenin yardımına ihtiyacı yoktur mu diyecektir.
Ülke insanına masal anlatmanın, el bebek gül bebek hayat devam edecek demenin gerçeklikle uzaktan yakından alakası yoktur. Bazı aileler vardır;çocuklarına hiç kıyamazlar. Ne sorumluluk gerektiren bir işin içine sokarlar, ne gurbet gösterirler ne de yokluk. Her istediğini ikiletmeden yaparlar. Gün gelir çocuk evlenir;geçim derdi başlar. İş hayatı, hayatın zorlukları derken çok ızdırap çeker. Ülke insanımızın halini buna benzetiyorum. Üretken insanların sayısı azalmakta, lüks ve konforlu bir hayat arzulanmakta, kısa yoldan zengin olmak, kısa zamanda makam mevki sahibi olmak herkesin hayali, kendine özgü olmak varken özenti almış başını gitmiş, insanımız 40 yaşında emekli olmalı, bir yazlığı bir de kışlığı olmalı, bir araba kendine bir araba da hanıma olmalı, yurtta sulh cihanda sulh olmalı…. Yani çocukluktan hepimize anlatılan meşhur ağustos böceği gibi bir hayatımız olmalı.
Çanakkale Savaşı’nın üzerinden 100 yıl geçti. Çanakkale Savaşı deyince göğsümüz kabarıyor,gurur duyuyoruz. Heyt bre!! düşman bizden korksun diyoruz. İngilizi, Fransızı ve yedi düveli nasıl da püskürttük diyoruz. Çanakkale geçilmez diyoruz. Evet sadece diyoruz. Suriye’de kan ve soy bağımız olan insanları yok eden Rus savaş gemileri şu anda Çanakkale’den vızır vızır geçiyor. Rus savaş gemisi İstanbul’dan geçerken Rus askerinin yaptığı füzeli şovu nasıl kabullenebildik.
Çanakkale’yi Çanakkale yapan, orada canını feda eden 200.000 kişidir. O mübareklerin canıdır, kanıdır, cesaretidir. Osmanlı Devleti ile övünürüz hep. Osmanlının yaptığı savaşlarda kaç can gitmiştir bu topraklar için?Onların eşleri, çocukları, anaları, babaları, dünyalık malları, hayalleri yokmuydu?Yoksa bu toprakları Bizans İmparatorları hediye olarak mı bağışlamışlardı?
Mirasyedinin sonu hiçbir zaman mutlu mes’ud bitmez. Hazıra dağ dayanmadığı için mirasyedinin sonu züğürtlüktür, birilerine hizmetçi olmaktır. Onurumuzla bu topraklarda yaşayacaksak gözümüzü açmalıyız. Önce insanımız kendine gelecek sonra da yöneticilerimiz kendine gelecek. Her şeyin bir bedelinin olduğunu tüm toplum kabul etmelidir. Alınacak ya da korunacak şeyin kıymeti ne kadar yüksek olursa buna ödenecek bedel de o kadar kıymetli şeylerden olur. Bu bazen altın, para olur, bazen ter olur, bazen kan olur, bazen de can olur. Burada rahmetli Sultan II. Abdulhamid’in yahudilere verdiği cevabı hatırlamak yerinde olur. Yahudiler Filistinde para karşılığı toprak almak istediklerinde; “kanla alınan topraklar ancak kanla verilir” demiştir.
Türkiye şu anda kabul etsek te etmesek te savaşın içindedir. Her gün onlarca canımız gitmekte ve oluk oluk kanımız toprağa akmaktadır. Sahip olunan toprağın kıymeti ölçüsünde bunun bedeli de en değerli şeyimiz olan kanımız ve canımızla ödenmektedir. Nice analar ve eşler göz yaşı dökmekte nice bebeler yetim kalmaktadır. Bu savaşın alanı genişler mi genişlemez mi ilerleyen günlerde göreceğiz. Sınırlar yeniden çizilecek mi, çizilmeyecek mi onu da ilerleyen günlerde göreceğiz.
Kış olmadan bahar gelmediği gibi zorluk çekilmeden, bedel ödenmeden bir şeye sahip olmak sünnetullaha uymaz.
Ey iman edenler! Düşmana karşı her türlü savunma tedbirinizi alınız. Onlara karşı ya küçük birlikler halinde hareket ediniz veya topyekün seferber olunuz.(4:71) Azim olan Allah c.c. doğru söyledi. Selam ve dua ile…
Yorum Yap