GEMİLERİ YAKMAK

  • 14.07.2012 00:00

 

 

    Bizler fark etmesek de, ağustos sıcağında “Sermayesi eriyen bu adama acıyın!” diye bağıran buz satıcısına benziyoruz. Bizim sermayemiz ise her an eriyip gitmekte olan “zaman”… Bir saniyesini bile geri getirmenin mümkün olmadığı bir nimet. Zamanı adımıza şahit tutmak için bir davamız olmalı. Zaman, bu dava üzere geçtiği anlar için bize şahitlik yapmalı. İnsan olmanın, sorumlu olmanın diğer adı değil midir dava adamlığı? “Ne davası kardeşim? dava mahkemede olur” esprisine muhatap değilsek, okyanuslara, denizlere talibiz demektir. Okyanusa talip olmayanlar, iyilik yapıp denize atamayacaklar, küçük hesaplar peşinde koşacaklardır. Makam-mevki sahibi zengin insanların peşinden ayrılmayacaklar, onların hayatlarını imrenerek takip edeceklerdir. Hayatları ise bir hiç (dünyalık) uğruna toz olup uçacaktır. Son nefesimizin sonrasında geride “dava” olmadıktan sonra ne bırakabileceğimizi düşünüyoruz acaba?

    Davanın nasıl bir şey olduğunu İslam tarihinden bir kesitle ortaya koymak istersek; Mekke döneminde müşrikler Resulullah (s.a.v.)’eUtbe b. Rebia  vasıtasıyla  davasından vazgeçmesi karşılığındatekliflerde (para, mevki, kadın, liderlik) bulundular. Bu teklifler önderimiz efendimiz (s.a.v.)’i hiç ilgilendirmemiş ve bütün bu teklifleri hiç tereddüt etmeden elinin tersiyle itmiştir.Davadan vazgeçmesi şartıyla ilettikleri teklifleri dinleyen Resulullah (s.a.v.),  Utbe b. Rebia sözünü bitirdiği zaman ona Fussilet suresini okumaya başladı. Resulullah (s.a.v.) surenin 13. ayet-i kerimesini okuduğu zaman Utbe b. Rebia dehşete düşerek ve bazı kaynakların ifadesine göre “Allah hatırına kavmine merhamet et” diyerek Resulullah (s.a.v.)'in ağzını kapatmaya yeltenmiştir. Bu ayette Rabbimiz ;“Yine yüz çevirirlerse , artık de ki: Ben sizi Ad ve Semud yıldırımına benzer bir yıldırımla uyarıp korkuttum”. (Fussilet: 41/13) buyurmaktadır. Utbe b. Rebia Kureyş'li müşriklerin yanına dönünce onlara “Kabe'yi ibadethane yapan Allah'a yemin ederim ki, Ad ve Semud kavimlerini helak eden yıldırım gibi bir yıldırımla sizi korkuttu!.” demiştir.

    Resulullah (s.a.v.)“Sağ elime güneşi, sol elime ayı verseniz yine de davamdan vazgeçmem.” diyerek, davanın ne olduğunu insanlık tarihine bir kez daha göstermiştir. Efendimiz dünyalığa değer vermiş olsaydı, yüreğiyle değil de aklıyla veya nefsiyle hareket etseydi, vereceği karar, hiç şüphesiz, günümüz insanlarının kararına benzer olacaktı. Oysa Resulullah (s.a.v.)’ın  tevekkülü o kadar güçlü idi ki O, döneminin tüm otoritelerine karşı cephe almaktan korkmamıştır. Atası İbrahim (as)’in, Nemrut’un karşısında hakkı haykırdığı gibi… Yusuf (as)’un, yapılan teklife “Rabbim, zindan bunların beni çağırdığı şeyden daha iyidir.” dediği gibi… Nuh (as)’un her türlü ithamı göğüsleyerek Rabbi istedi diye karada gemi yapmayı göze aldığı gibi… Çünkü onlar biliyorlardı ki, ömürlerini Allah’a güzel bir şekilde borç verdiklerinde, zamanı “dava” ile leyhlerine şahit yaptıklarında daha büyük hayır ve mükâfat onları bekliyordu. 

    Gemileri yakan; imanı, onuru, izzeti dışında kaybedecek bir şeyi olmayanın karşısındaki otorite, ne kadar güçlü olursa olsun yenilmeye mahkûmdur.

    Selam ve dua ile.



Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Biz Bolulular (www.bizbolulular.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Mobil Uygulamalarımız

IOS UygulamamızAndroid Uygulamamız