- 4.02.2019 00:00
Türkiye kritik ve stratejik coğrafya’da, bin yıldan bu yana sahip olduğu Anadolu toprakları üzerinde varlığını sürdürürerek, kendi insanlarının refah ve mutluluğunu artırma çabası dışında herhangi bir gizli ajandası olmayan devlettir. Türk devleti, cumhuriyetin kuruluşunu izleyen yıllarda yabancı istihbarat servislerinin planladığı Kürt isyanları ile uzun süre mücadele etmiştir. 1960 sonrası sağ-sol, laik-islamcı, alevi-sünni gibi iç çatışmalar sonrası PKK çetelerinin saldırıları ve 2010 yılından sonra da paralel devlet yapılanması çerçevesinde FETÖ Ayaklanması ile mücadele etmektedir.
Devletimizin asker ve emniyet güçleri, 2010 yılı sonrası Batılı Güçlerin başlattığı Arap baharına entegre Suriye’de çıkarılan iç savaş sonrası güney sınırlarımızdaki terör örgütleri ile yeni bir mücadelenin içerisine girmiştir. Vatan topraklarının emniyeti, halkın huzuru için evlatlarımız kanının son damlasına kadar, ülke içinde ve dışında büyük operasyonlara imza atmakta, bunun sonucu olarak da genç yavrularımız şehadete ermektedirler. 2002 yılında iktidara gelen tek parti hükümeti, kuruluşundan itibaren çok sayıda demokratik olmayan darbe girişimlerini bertaraf etmiş, kendi insanımız olan kürt kardeşlerimiz ile barış yapma yönünde büyük çaba harcamış, bu görüşmeler devam ederken uluslararası istihbarat servislerinin güdümündeki FETÖ örgütünün ayak seslerini susturmaya çalışmıştır. MİT Başkanının tutuklanma projesi, 17-25 Aralık hukuk darbesine giden süreci izleyen dönemde Bayır-Bucak Türkmenlerine yapılmak istenen insani yardımın engellenmesine dönük, MİT tırlarının ülke içindeki dış güçlerin maşaları tarafından Adana ve Hatay’da durdurulması, Türk Devletini Terör Devleti ilan ettirme çabalarını vatandaşlarımız hayretle izlemiştir. 15 Temmuz 2016 FETÖ darbe girişimi ise, devletimizi yıkmaya dönük başarısız son dalga olmuştur. İnsanımızın meydanlara çıkarak taş ve sopalarla bu hain çetenin gaspettiği tanklara ve uçaklara karşı direnişi ve bunları püskürtmesi, tarihe malolmuş kahramanlık efsanesi olarak kayıtlara geçmiştir.
Bugün ülkemizin güneyi, ABD güçlerinin Suriye’nin kuzeyinde silahlandırdığı PKK/PYD güçlerinin tacizine maruz kalmaktadır. Batılı istihbarat servislerinin, cumhuriyetimizin kuruluşundan 1939 yılına kadar çok sayıda çıkarılan Kürt İsyanlarının devamı olan günümüz PKK terör örgütü eliyle Suriye, Irak, İran ve Türkiye topraklarında devlet kurdurma yönünde Suriye iç savaşı fırsat olarak görülmektedir. Başta ABD olmak üzere batılı devletlerin bu çabaları, tarihin her döneminde akli selim sahibi Türk Milleti ve Güçlü Deletimiz tarafından engellenmiştir. Şer güçlerin yapacağı planların tamamı geçmişte olduğu gibi günümüzde de Türk Milleti ve Devleti tarafından önlenecektir.
Türkiye koalisyon hükümetleri döneminde, iç siyasi kargaşa ve ekonomik sorunlarına dönük uğraş vermiştir. Ülkemiz tek parti iktidarları dönemlerindeki yüksek büyümenin aksine koalisyon dönemlerinde eksi büyüme ile yaşamak zorunda kalmıştır. Türkiye 2002 yılından bu yana hızlı büyüme ile ihracatını 5.5 katı artırmıştır. Savunma sanayi başta olmak üzere dış politikada bölgenin ve dünyanın birinci sınıf oyuncuları arasına girmiştir. AB, ABD’ye kafa tutan bir Türkiye’nin son yıllarda darbe teşebbüslerine maruz kalması, sınırlarında yabancı askerler tarafından eğitilen terör örgütlerinin saldırılarının amacı bölgesinde küçük kalması, parçalanması yönünde ülkemizin üzerindeki oyunların bir parçasıdır.
Türkmen Beyi Devlet Bahçeli’nin “Beka Sorunu” hassasiyeti, yukarıya çıkarmış olduğumuz vatanın bütünlüğünü kapsamaktadır. İsmail Gaspıralı, Ziya Gökalp, Atatürk’ün “Ne Mutlu Türküm” ideolojisinin takipçisi, merhum Alparslan Türkeş’in politik arenaya taşıdığı Türkçülük-Ülkücülük fikriyatı sahipleri, bu ülkenin topraklarının hiç bir yabancı güç tarafından işgal edilmeyeceğinin ispatını 12 Eylül 1980 öncesi yapmış, ulu bir camiadır. Ülkücü camianın lideri 1968 yılından itibaren Alparslan Türkeş’in rahle-i tedrisinden geçmiş, geniş bir bilgi birikimi ve devlet tecrübesine sahiptir.
Beka sorunu ve kaos denilince aklımıza hemen 1990 Türkiye’si gelmektedir. O günleri yaşayan insanlarımız, merhum Özal’ın tek parti iktidarına karşı merhum Demirel’in yürüttüğü kampanyaları hatırlayacaktır. 1965 yılında tek başına iktidara gelen Demirel’in 12 Mart, 12 Eylül askeri darbeleri ile iktidardan uzaklaştırılması halen akıllardadır. Bu dönemlerde devletin tepesinde oturan asker cumhurbaşkanları, darbe olaylarına seyirci kalmış ve halkın seçtiği Demirel hükümetleri, demokrasi dışı yollarla iktidardan uzaklaştırılmıştır. 1989 yılı sonrası sivil cumhurbaşkanlığı yolunu açmak isteyen Özal’a karşı, 1989 Yerel Seçimlerinde % 25 oy alan Demirel’in savaşını bizim yaşımızdakiler unutmamıştır. 1965, 1969 seçimlerinde % 50’nin üzerinde oy alan merhum Demirel, cumhurbaşkanı olma yönünde bir girişimde bulunamamış, Özal’ın Cumhurbaşkanlığı sonrası ancak Çankaya köşküne çıkabilmiştir. 1989 Yerel Seçimleri malesef ülkemizde büyük tartışmaların yaşandığı bir dönem olmuş ve izleyen yıllarda yapılan 1991, 1995, 1999 yıllarındaki seçimler sonrası, yamalı bohçalı hükümetler iş başına gelmiştir. 1991-2002 yılları ise ülkemizin kaos yılları olarak tarihe geçmiş, 28 Şubatlar, ekonomik krizler, toplum mühendislikleri, hep bu dönemlerin eseri olarak politika sahnesinde yerini almış, güçsüz iktidarları, dış güçler ve içerideki işbirlikçileri yönetmiştir.
12 Eylül öncesi bu ülke için canını ve kanını vermiş olan ülkücüler üzerinde son dönemlerde oynanan oyunlar ve bölünme hareketleri, hayatının her dönemini, Türklük davası mücadelesi ile geçirmiş, yaralanmış, zindanlara atılmış olan ülkücüleri derinden yaralamaktadır. 2019 Yerel seçimlerini, 1989 yerel seçimlerine benzetme çabalarının sonuç vermeyeceği ve bu planların suya düşeceğini şimdiden söylemek istiyorum. Akli selim sahibi milliyetçi ve ülkücüler, 12 Eylül döneminde MHP ve Ülkücü Kuruluşlar davasında gençlere işkence yaptıran, cennet mekan Alparslan Türkeş başta olmak üzere, partinin genel idare kurulu üyeleri ve ülkücü kuruluşların yöneticilerin tamamı için idam isteyen, şehit Mustafa Pehlivanoğlu’nu dar ağacına götürten Evren cuntasının maşası, Askeri Savcı Nurettin SOYER’i unutmamıştır. Kandil’e uzun yıllar insan ve maddi kaynak sağladığı için görevden alınmış PKK’lı belediye başkanlarını savunan Nurettin Soyer’in oğlu babasının izinden gitmektedir. Sağduyulu İzmir seçmeni ve ülkücü hareket mensupları, İzmirde yapılmak isteneni görmektedir. Millet ittifakı adı altındaki bu şer güce vatandaşlarımız gerekeni yapacaktır.
Devlet Bahçeli’nin “beka sorunu” teşhisi, dış istihbarat servislerinin ülkücüler üzerindeki oyununu, devletimize verilmek istenen dersi, yönetim sistemimize vurulmak istenen darbeyi, hasılı ülkemizin bölünmesine dönük planların tamamını işaret etmektedir. 31 Mart 2019 Yerel Seçimlerinde, halkımızın istikrardan yana oy kullanacağını, PKK yandaşlarına geçit vermeyeceğini düşünmekteyim.
Dr. Hasan LÖK
Abant İzzet Baysal Üniversitesi
Öğretim Üyesi
Yorum Yap