- 23.03.2017 00:00
MİLLET ÜZERİNDEKİ VESAYETİN SONA ERMESİNE DOĞRU
16 NİSAN SEÇİMLERİ ÜZERİNE GÖRÜŞLER
Vesayet, medeni haklarını kullanamayan ya da kullanması mümkün olmayan kişilere vasi (veli) aracılığı ile haklarını kullandırma sisteminin adıdır. Siyaseten anlam olarak bir ülkede olan demokrasiye müdahale eden güçlerin iş başına getirdiği kukla hükümetlerin milleti idare etmesi olarak yorumlanmaktadır. Bir başka şekli ile demokratik bir seçimle başa gelmiş iktidarların iş başından uzaklaştırılarak görünürde demokratik bir yönetim varmış gibi vesayetçilerin ülkeyi idare etmesidir.
Ülkemizdeki vesayet odaklarının demokrasimize vasilik müessesesini getirmesinin kronolojisi aşağıya çıkarılmıştır. Vesayetin kaldırılmasına dönük yapılacak halk oylamasında genç seçmenlerimiz için kronolojinin bilinmesinin yararlı olacağını düşünmekteyim.
Türkiye Cumhuriyeti devletinde demokrasi çubuğu, çok partili seçim ile 1946 yılında ivme kazanmıştır. Çok partili dönemin ikinci seçimi 1950 yılında yapılmış ve % 52 oy ile Demokrat Parti tek başına hükümet olmuştur. 10 yıllık DP iktidarı ülkemizin kalkınmasında ve özel sektör girişimciliği ile yabancı sermaye alanında reformlar yapmıştır. 1958 yılındaki ödemeler dengesindeki olumsuzluklar döviz kurlarının ayarlanmasını gerekli kılmıştır.
1958 yılından itibaren öğrencilere gösteri yaptıran vesayet odakları 1960 darbesini gerçekleştirmiş, milletin seçtiği iktidar vekillerinin tamamına yakını yassı adaya hapsedilmişlerdir. Vesayetçi odaklar demokrasi konusunda ılımlı olan Alparslan Türkeş başta olmak üzere 14 kişilik grubu tasfiye ederek sürgüne göndermişlerdir. Yassıada mahkemelerinde yargılanan iktidar mensuplarından başta Başbakan merhum Adnan Menderes olmak üzere 3 kişiyi 1961 yılında darağacına göndermişlerdir. Vesayet rejimi 1960-65 yıllarında devam etmiş, dönemin Cumhurbaşkanı ve komitacı Milli Birlik Grubu kukla hükümetler ile iktidarı ellerinde bulundurmuştur.
Demokrasimizde ikinci vesayet dönemi 12 Mart 1971 muhtırası sonrası kurulan hükümetlerdir. 1965 yılında % 52 oy ile iktidara gelen Adalet Partisi 1969 seçimlerini de kazanarak milletin teveccühüne mazhar olmuştur. Barajlar kralı Demirel’in başarıları vesayet odaklarını rahatsız etmiş, 1970 yılındaki ekonomik istikrar düzenlemelerinden sonra bütçe oylamasında AP’den 41 kişi istifa ettirilerek mevcut hükümeti güçsüz hale getirme senaryoları hazırlanmış ve Demokratik Parti isimli yeni bir organizasyon gerçekleştirilmiştir. Adalet Partisine yapılan bu girişim siyaseti zayıflatmış ve 1968 yılından beri devam eden öğrenci olayları hızlandırılmış 12 Mart 1971 muhtırası ile bir kez daha vesayet kazanmış, halkın temsilcileri iktidardan uzaklaştırılmıştır. 1970’li yılların hükümetleri koalisyonlara teslim edilmiş, siyasi istikrarın tesis edilememesi üzerine dış güçler 1978 yılından itibaren ülkemizi kan gölüne çevirmişlerdir.
Öğrenci olayları paralelinde ülkemizdeki bazı geniş kitleler harekete geçirilerek şehirler bölünmeye başlamış, sözde hak ve özgürlükler adına Fatsa’da terzi fikri tarafından kurulduğu öne sürülen bağımsız yönetim benzeri organizasyonlar ülkemize bölmeye çalışarak Sovyetler Birliğini ülkemizi işgale davet etmişlerdir. Ülkemizi işgal ettirme senaryoları “Devlet EbedMüdded” ülküsüne sahip gençler tarafından önlenmeye çalışılmıştır. Bu olaylarda çok sayıda gencimiz hayatını kaybetmiş, çok sayıdaki insanımızda 1980 yılından sonra hapislerde cefa çekmiştir. 1979 seçimlerinde büyük bir başarı kazanan Adalet Partisinin önü tekrar 12 Eylül darbesi ile kesilmiş ve milletin temsilcileri tekrar iktidardan uzaklaştırılmıştır. Vesayetin iktidara üçüncü gelişi böylece başlamış ve vesayet 1983 yılına kadar tekrar iş başında kalmıştır.
1983 yılı seçimleri vesayetçilerin tekrar yenilgisi ile sana erdirilmiş, 1991 yılına kadar Turgut Özal önderliğindeki Anavatan Partisi ülkemize ekonomik ve siyasi alanlarda çağ atlatmıştır. Yüksek kalkınma hızı, batı ile entegrasyon, 1963 yılında Ankara Anlaşması ile başlayan ve uykuda olan Avrupa Birliğine üyelik başvurusu bu dönemin başarıları olarak milletin huzuruna konulmuştur. Vesayetçi odaklar 1970 yılında yaptıkları gibi 1990 yılında da aynı partiden olan Cumhurbaşkanı Özal’a karşı Anavatan Partisi hükümetinin başında olan Başbakan Mesut Yılmaz’ın arasını açarak 1991 yılında ülkemizi koalisyonlara esir etmişlerdir. 1991-2002 yılları arasındaki çok sayıdaki bölük-pörçük hükümetlerin arkasındaki vesayet odakları ülkemizin kalkınma hızını, demokrasideki gelişmeleri engellemişlerdir. 28 Şubat bunlardan en önemlisidir. 1994, 1998 ekonomik krizleri bu dönemin en belirgin aktiviteleri olmuş ve ülkemiz karanlık günlere doğru gitmeye başlamıştır.
1991-2002 koalisyon hükümetlerini yöneten vesayetçi sistemin ülkemize yaptığı kötülük en büyük kötülük 2001 yılındaki finans krizidir. Mevcut Cumhurbaşkanı aracılığı ile milli güvenlik kurulunda başta merhum başbakan Bülent Ecevit ve koalisyon hükümeti üyelerine anayasa kitapçığı fırlatılması, ülkemiz iktisat tarihindeki en büyük krizin çıkmasına yol açmıştır. Bu vesayetçi odaklar 65 bin bankacı ile reel sektörde çalışan 2 milyon insanı işsiz bıraktırmıştır. İşsiz kalan 65 bin bankacının yarısı 2 lisan bilen batı eğitimli fon yöneticileri idi. Bu insanların tekrar Amerika ve batı ülkelerine geri dönüşü Türkiye’nin bilgi sermayesinin bir daha ülkemize geri dönmemesine neden olmuştur. Bu dönemde boşanmalar, intiharlar ve aile dağılmalarını maalesef ülkemiz yaşamış, bu yaralar uzun yıllar onarılamamıştır.
Vesayete teslim olan dönemin 3’lü koalisyon hükümetinden iki parti 2002 yılındaki seçimlerde yok olmuş, yalnızca Milliyetçi Hareket Partisi kendisini koruyabilmiştir. 2002 yılı Türkiye’de yeni bir parti ve yeni bir liderin doğmasına neden olmuş, bu parti ve bu lider 15 yıldan bu yana ülkemizde 2002 yılı milli gelirini 3 katına ve kişi başına milli geliri 10.000 doların üzerine çıkarmıştır.
15 yıllık tek parti iktidarına karşı yapılan çok sayıdaki vesayet senaryoları, Cumhuriyet Mitingleri ile su yüzüne çıkmış, 2007 yılındaki Cumhurbaşkanı seçimi ile en üst noktaya ulaşmıştır. Senaryo 2008 yılında Ak Parti’nin kapatılması süreci ile devam etmiş, asker-hukukçu vesayeti hızını bir türlü alamamıştır. Her seçimde tokat yiyen bu vesayetçi zihniyet 2012 yılında MİT Müsteşarına yapılan girişimde de sonuç alamamış ve 2013 yılındaki Gezi Parkı olayları, HDP’nin kitleleri sokağa dökme girişimleri ile devam etmiştir. 2015 yılı Temmuz ayında başlayan ayaklanma hareketleri ve çukur kazma siyaseti de başarılı olamamıştır. PKK’nın ayaklanma hareketleri paralelinde dış güçler tarafından yönetilen FETÖ ihanet şebekesi 17-25 Aralık Hukuk Darbesi isevesayetin yeni bir boyutu olarak karşımıza çıkmıştır. Bu ihanet şebekesi 15 Temmuz 2016 yılındaki darbe teşebbüsü ile halkımızın üzerine bomba yağdırmış, sonuç olarak bu hareket de milletimizden iyi bir tokat yemiştir.15 Temmuz gecesi halkımız Türk demokrasi tarihine “altın sayfa” açarak vesayet döneminin kapılarının ilkini kapatmıştır. Vesayetin sonlandırılması için 16 Nisan 2017 tarihi önemli bir fırsattır.
Vesayetin ülkemizde hükümet olma aracı koalisyonlar ve Cumhurbaşkanı-Başbakan çatışmalarıdır. Milliyetçi Hareket Partisi’nin lideri DEVLET BAHÇELİ bu vesayet odaklarını çok iyi bilmektedir. 1960 yılındaki Milli Birlik Komitesi olarak bilinen vesayetçi odaklarının büyük devlet adamı Alparslan Türkeş’e yaptıkları bizim çağımızdaki insanların hafızalarından hiç silinmemiştir.
Sayın Devlet Bahçeli’nin EVET tarafında bulunması Türk Milletinin bekası ve geleceği içindir. Ülkemizdeki vesayet odakları 16 Nisan 2017 halk oylamasında hayır tarafında saf tutmuşlardır. CHP-HDP, PKK, THKP-C, PKK’ya ve FETÖ’ye kucak açan Batı ülkeleri hayırcılarının yanında yer almaktadır. Ne yazık ki gençlik dönemimizde feyz aldığımız bazı sözde Türk Milliyetçileri de PKK, HDP, THKP-C ile birlikte saf tutmakta, bu bizi derinden üzmektedir. Bu milliyetçi büyüklerime söylemek istediğim tek bir hatırlatma ise 1978-1979-1980’li yıllarda Aydınlık Gazetesinin hedef gösterilmesi ile şehit edilen Recep Haşatlı ve Gün Sazak gibi binlerce ülkücüyü unutmaları ve bu cenah ile kol kola girmeleri, beni derinden üzmektedir.
Dr. Hasan Lök
Abant İzzet Baysal Üniversitesi
Öğretim Üyesi
Yorum Yap