RAMAZAN AYI RUHU TEMİZLEMEK İÇİN VESİLEDİR

Ramazan Sohbetlerimizin bugünkü konuğu, Yurdaer Kalaycı.

RAMAZAN AYI RUHU TEMİZLEMEK İÇİN VESİLEDİR
18.08.2011 - 14:15

 

Ramazan Sohbetlerimizin bugünkü konuğu, Yurdaer Kalaycı.

Yurdaer Bey ile çok keyifli ve ders alınacak nitelikte bir sohbet gerçekleştirdik. Ramazan ayı bize kendisini tanımamız için vesile oldu aslında.

En eski Ramazan hatıraları, çocukluk arkadaşları, yemek kültürü, Yurdaer Külliyesi’ne dair sorularımızla sohbetimiz iki bölümde yayınlanacak.

Yurdaer Bey en eski hatırladığınız Ramazanlarda neler yapılırdı?

Ramazanlar eskiden bu günkü anlayıştan çok farklıydı.
Ramazan ayı 11 ayın sultanı diye tanımlanır.
Tüm ülke eskiden Ramazan ayında tatil yapardı.
Ramazan tatil ayıydı.
Aslında doğru da bir eylemdi.
Öyle olunca Ramazanı bir nevi arınma olarak kabul edip, ruhunu yıkayan insanlar çok olurdu. Kirlenince insan banyo yapar değil mi?
Peki, insan sadece et ve kemikten mi oluşur?
Hayır, bir de ruhu vardır.
Ruhu temizlemek için "ramazan ayı" bir vesiledir.
****
“Bugün daha zor oruç tutmak” diyor Yurdaer Bey ama ekliyor “"hakikaten inanan insan ise o, beynini şartlandırır.”

Ramazan ayı geldiğinde bütün düzen değişiyor.
Gece sahur oluyor, o tatlı uykudan kalkıyorsun,
sahur yemeğini yiyorsun,
sabah namazını kılıyorsun.
Ama eskiden bu daha kolaydı.
Tatil ayı olduğu için insanlar istirahat halinde idi.
Bugün zor;
dörtte sahura kalkacak, namazını kılacak,
ondan sonrada mecbur işe gidecek.
Bugün daha zor gibi görünüyor.
Ama eğer beynini şartlandırmışsa insan,
yani gösteriş için ibadet etmiyorsa,
"hakikaten inanan insan ise o"
beynini şartlandırır.
Şartlanmış beyinde acıkmaz.
Beyne öyle bir kumanda gitmiştir ki,
beyin bütün organlara "acıkmama" emri verir.
Ama inanmayan;
"etraftan görüyorlar diye oruç tutuyorsa",
vay haline onun.
Bütün vücudu midesi kazınır, enerjisi düşer, eziyet olur.
****
Oruç niye bize arz edilmiş?
Nefsimizi terbiye etmemiz, ruhumuzu arındırmamız isteniyor.
Bize düşünmek imkânını veriyor.
Siz oruç tuttuğunuzda, açlık hissettiğinizde,
-açlık nasıl bir şey?
- yemek bulamayan insan nasıl yaşıyor acaba?
 diye sorgularsınız.
Acıkınca o'nun halini düşünmeye başlarsınız.
Dolayısıyla çok güzel bir aydır.
****
İftar edildikten sonra tavsiye edilen bir su içip,
iki zeytin yiyip, akşam namazını kılmak
Ondan sonra esas iftar yemeğini yemek.
İftardan sonra bir saat kadar bir zaman geçer,
vücut yediklerini hazmeder.
Ondan sonra teravih namazına gidilir.
Teravih namazı nafile bir namazdır,
farz değildir.
Ama yapılmasında çok büyük fayda olan bir bid-at'dir.
Çünkü o muhitin insanları bir araya geliyor.
Herkes birbirini tanıma imkânı buluyor.
Bunlar çok güzel şeyler.
****

Eski Ramazanlar daha keyifliymiş diye geçirdim içimden Yurdaer Beyin anlattıklarını dinlerken, ne dersiniz? Sizce de öyle değil mi?
Teravih namazından çıkınca da ramazan eğlenceleri başlardı.
Bolu için söylüyorum:
teravih namazından bir iki saat sonra,
(her mahallede, muhtelif enstrümanları çalan insanlar olurdu.  Keman, , zili maşa, darbuka vs. ) çalgı aleti çalanlar bir araya gelirler, ev ev dolaşmaya başlarlardı.
Senin evinin önüne gelirler, sende iner katılırsın, oradan başkasının evine derken,
 50 kişi 100 kişi bir araya gelirdi,
Vur patlasın çal oynasın, her türlü şakalar, espriler yapılırdı.
Oturulur, sohbetler edilirdi.
Sahura bir saat kala bu eğlence biter,
herkes evlerine dağılır,
sahurunu yapar ve bu böyle 30 gün devam ederdi.
Sonra kayboldu bunlar.

Merakla soruyorum. Peki, sizin evinizde nasıl geçerdi ramazanlar?
Herkesin evindeki gibi geçerdi.
Babamın lokantası vardı ama, Ramazanda mutlaka evinde olurdu.
İşçilerine bırakır, onlar servis yaparlardı.
Biz beraberce sofraya otururduk ve ezandan beş dakika evvel,
mutlaka sofrada herkes içtima ederdi.
Hiç kimse eksik olmayacak.
O beş dakikalık süre içerisinde  konuşulmazdı.
Zaten radyoda da dini yayınlar olurdu.
O zamanlar radyo çok kısıtlıydı, cızırtılıydı ama dinleniyordu.
Niçin erken oturulduğunu ben sonra anladım.
O balı, kaymağı, hurmayı görüp tahammül etmek içinmiş.
Görmeden tahammül etmek daha kolaydır.
Ama işin tuhafı acıkmazdık.
Çünkü ben çocukluğumda da fark ediyordum ki,
bu hem disiplin hem de sevgi olayıdır.
Bizde mesela Bismillahirahmanirahim denmeden,
dua okunmadan, bir yudum su içilmeden
ve babam uzanmadan biz sofraya uzanmazdık.
O hadi afiyet olsun der, bizde öyle yemeye başlardık.
Ondan izin almadan da kalkamazdık.
Bu ne ne biçim baskı?
Hiç de öyle değil, bu bir edep meselesi.
Sen öyle davranırsan büyüğüne yarında sana öyle davranılır.
Bu bir görenektir.

Peki, siz geleneklerinizi devam ettirebiliyor musunuz?

Çok zor. Yaşam şartları öylesine değiştirildi,
öylesine karmakarışık oldu ki,
bir kere tüm bizim manevi değerlerimizi adeta reddi miras ettik.
Aşağıladık. Alaturkalık olarak gördük.
Mesela el öpme, müthiş bir sosyal mukaveledir. Muhteşem bir akittir
El öpmek de neymiş, bizim kuşaktan da evvel bu yanlışlıklar yapıldı.
Basit gibi, bunu ancak köylü yapar,
gibi davranışlar bize dikte edildi.
Tabi tesirinde kaldığımız da oldu.
Ama öyle değilmiş, sonra anladık.
El öpmekle küçük büyüğe diyor ki;
ben seni severim ve sayarım.
Büyük de küçüğe; ben de seni severim ve korurum diyor.
Sen elini öpen birine kötü davranabilir misin?
Ya da elini öptüğün bir insana saygısızlık edebilir misin?
Şimdi terbiyesizlik terbiye oldu.
Ha böyle gider mi?
Gitmemesi lazım ama;
ne zaman ki biz " o mahiler ki derya içinde deryayı bilmezler" yani "o şaşkın balıklar denizin içindedirler ama denizi fark etmezler".öz deyişindeki gibi;
ne kadar muhteşem bir kültürü reddettiğimizi,
bize ait olmayan bizi perişan eden,
bu kültürler yumaklarını, aç kalmış gibi benimsediğimizi fark ederiz,
işte o zaman her şey düzelir.
Biz hala çok güzel değerlere sahibiz.
Bizim, çok büyük depremler geçirmesine rağmen, aile müessesemiz yıkılmadı.
Batıya göre en büyük avantajımız aile müessesemiz.
Eskiye nazaran çok bozulduk ama batıya nazaran çok iyiyiz.

Ramazan sofralarınızda olmazsa olmaz dediğiniz bir şey var mıdır?Soruma ise çok güzel bir cevap alıyorum Yurdaer Bey’den “Güler yüz”

Benim bir tane olmazsa olmazım vardır, o da güler yüz.
Bir ziyafet sofrası düşünün kuş sütü eksik.
Bir tane de bir sirke tası ve kuru ekmek olan bir sofra.
Kuş sütü eksik olan sofranın ev sahibi suratsızın teki, seni davet ediyor.
Öbür sofranın ev sahibi de, güllerinden gül açan, seni kucaklamaya hazır biri.
Hangisinin davetini kabul edersin.
Sofrada en güzel şey güler yüzlü bir eş. İki gönül bir olunca samanlık seyran olur.
O zaman en kötü yemek bile sana bal kaymak gibi gelir.
İnsanlık hali yanlış, eksik yapar o sana batmaz.
Ama hoşlanmadığın biri ise maraza çıkarmak için bahane arasın.

Eh konumuz eski Ramazanlar olunca eski dostlukları yad etmeden geçilmez.                                   

Sizin çocukluğunuzda mahallenizden kimler vardı? Arkadaşlarınızla yaşadığınız bir Ramazan anınız var mı?
Ben İhsaniye mahallesinde oturuyordum. En az çocuğun olduğu mahalleydi.
Akpınar, Tatarlar, Gölyüzü mahallelerinde çocuk daha fazlaydı. Benim arkadaşlarım, Yaşar Eyüboğlu, lise müdürlüğünden emekli. Kendi kardeşlerim vardı. Fikret Başgüney vardı. Aşağı yukarı o zamanlar zaten Bolu mahalle gibiydi. Hepimiz birbirimizi tanırdık.
Tatarlar Mahallesinden İsmail Canpolat, Cahit Bıltır, Kayhan Zorlu, Tahsin Önal.
Ramazanlarda çocukken onlarla beraber Büyük Camide teravih namazını kılardık.
Bizim için namaza gitmek bir nevi oyun oynamaktı.
Gideriz camiye, bir rekat iki rekat kılarız, birbirimizin ayaklarını gıdıklarız, kıkır kıkır güleriz.
Ama kimse bize ne yapıyorsunuz demezdi.
Teravih zamanı bizim oyun zamanımız gibiydi
İbadet etme oyunu oynardık bir anlamda.

Haber- Röportaj: Nermin Kaya


Editör: E. Candan