TEK BAŞIMADA KALSAM, İDAMA KARŞI ÇIKACAĞIM

Gazetemiz Köşe Yazarı ve Yayın Danışmanı Vehbi Camgöz ile olan röportajımızın ikinci bölümü.

TEK BAŞIMADA KALSAM, İDAMA KARŞI ÇIKACAĞIM
24.06.2011 - 00:06

 

    Röportajımızın son bölümünde, Vehbi Bey’in 35 yıllık cezaevi görevi sırasında yaşadıkları ve basın hayatına dair sorularımız ve cevaplar bulunuyor.  

Cezaevlerinde uzun süre görev yaptınız nasıl bir duygu?

 Bakın hangi görevi yaparsanız yapın dünya da ister başbakan olun, ister çöpçü. Eğer görev yaparken malzemeniz insansa, insana hizmetse ve hizmet verdiğiniz insanlara empati yapabiliyorsanız bu çok önemlidir. Ben 35 sene fiilen çalıştım. Bu insanın yerinde ben olabilirdim diye düşünerek empati kurmaya çalışırım. Bir de Türkiye de ve Türkiye’nin örnek aldığı ülkelerde bir zulüm devam ediyor. Batıdan ithaldir bize bu zulümler aslında, yeni zulüm çeşitleridir. Bugün faşizmden şikâyet ediyorsak, faşizm bize batıdan geçmedir. Bugün komünizmden şikâyet ediyorsak, insan hayatını kale almıyor özel hayat bırakmıyor diyerek o da batıdan geçmedir. Kaynağı Almanya ve İtalya’dır. Şimdi bu sistemleri örnek almış biraz faşist, biraz sosyalist, biraz karma ekonomi, biraz kapitalist ne olduğu belli olmayan bir düzende yaşıyoruz.  Bu düzenlerde düzenlerin bizati kendisi suç makinesidir, suç üretirler ve bu sistemlerin ürettiği suçluların yargılamalarında birçok defa büyük hatalar olmuştur. Ben şunu gördüm. Cezaevinde yatanların çok büyük bir bölümü adli hata neticesinde yatıyorlar ve yargılanan tutuklananların çok büyük bir bölümü de neticede beraat ediyorlar.  Boşu boşuna yattıkları da, tutukluların yanına kar kalıyor. Bunun bedeli ödenemez, hürriyetin bedeli olmaz. İnsanı bir gün hamallar gibi çalıştırın, bedelini ödersiniz. Ama insanı bir gün hapsetmenin bedelini ödeyemezsiniz.  Onun için bu zorluk içerisinde yaşadık hep ruhumuz karardı ister istemez. Bir defa size gelen,  ilk geldiği anda şoke vaziyette oluyor. Yani ne sizin söylediğinizi anlayabiliyor, ne kavrayabiliyor. Onu normalleştirmek, insani göreviniz. Bunu yapabilecek ne binanız yeterli, ne personeliniz,  ne maddi imkânlarınız yeterli. Ancak kendi gayretinizle, ona nasihat ederek, ona psikolojik destek vererek destek olmaya çalışıyorsunuz. Yetişmeniz, düzeltmeniz gerekenlerinde ancak yüzde 1 ine yetişebiliyorsan bu sizde çok büyük bir çöküntü meydana getiriyor. İnfaz hizmeti, dünyanın her yerinde çok pahalıdır ve yeterli bütçe ayrılmıyor. Bugün cezaevinde bulunan birinin, üç öğün kahvaltı öğle akşam ekmek de dâhil yemeği için 4 lira ödeniyor. Şu içinde bulunduğumuz kafe de bir çay 4 lira, bir çay parasına bir insanı bir gün beslemek mecburiyetindesiniz, besleyemiyorsunuz. Dışarıdan annesi iki dilim börek getirsin oğlum aç kalmasın yesin diye onu kabul etmiyorsunuz güvenlik nedeniyle. Bu zorluklardan geliyoruz. Onun için herkes bana diyor ki sen emekli olunca gençleştin.  Bu yükler biraz azalınca ister istemez o yansıyor suratımıza.

Türkiye’nin en zor, en karanlık günlerinde, en zor yerlerden birinde görev yapıyordunuz. Bu bağlamda meslek hayatınızda sizi en çok etkileyen şey ne oldu?

İdamlar. O dönem için söylenenler aslında doğru değil. Olaylar hemen 12 Eylül de kan gövdeyi götürürken 13 Eylül de birden bire bıçakla kesildi gibi anlatılıyor. Ben o dönemi çok yerinde ve göbeğinde yaşadım. Olaylar yine devam etti ama 12 Eylül idaresi basına sansür getirerek, bunları halkın duymasını engelledi. İdare, terörün gayesini anlamıştı. Terör örgütünün gayesi, fikirleriyle geniş kitlelere erişme, onları fikren ikna etme olanakları olmadığı için yaptıkları ile kalplere korku salarak kendi mensuplarını durdurmaktı. 12 Eylül idaresi bunun için basına sansür koydu.  13 Eylülden sonra basında terör haberi yayınlanmayınca, biz zannettik ki terör bitti. Halbuki ben içindeydim ve terör devam ediyordu. İkincisi ve en önemlisi bence 12 Eylül idaresi, İsrail elçiliğini kapatarak terörün ana desteğini kesti. Ben her zaman Türkiye’de terörün İsrail destekli olduğuna inanıyorum. Bir gün İsrail ile ilişkiler kesilirse Türkiye de terör bitecek, inşallah.

Peki, idamlara dönecek olursak. O dönemde yaşanılanların cezası idam mı olmalıydı?

Ben o günlere kadar idam cezasını şiddetle savunan bir insandım. Orda idamları yapınca, ben bir hafta kendime gelemedim, yemek yiyemedim, uyku uyuyamadım. Çünkü benden bir iki yaş küçük veya benle yaşıt insanlar getirdiler ve asıldı. Bir taraftan da birinin senelerce yatıp, beraat edip çıktığını görüyorsunuz.  Eğer o zaman asılanlar da, beraat edeceklerdi ise, ne olacak. Şimdi nasıl diyelim ki bu adamı astık, sonradan gerçek fail yakalandı. Bu adamın hayatı ne olacak, kim telafi edecek bunu. Asma dışındaki cezalandırmalarda geriye dönüş mümkün ama ölüm cezasının geriye dönüşü yok. O açıdan çok etkilenmiştim. Bu çocuklarında iddiaları, özellikle Mustafa Pehlivanoğlu, suç işlemedikleri yönünde idi. Mustafa Pehlivanoğlu, ben gidiyorum, inşallah anlaşılacaktır, ben kimseyi öldürmedim, kimseye ateş etmedim dedi. Çok etkilendim. Onun için şu anda kim savunursa savunsun ben karşı çıkacağım. Tek bile kalsam yine karşı çıkmaya devam ederim.

Ben biraz da gazeteciliğe dönmek istiyorum. Köşe yazarlığı yapmanız size neler getirdi?

Valla ben kendimi köşe yazarı olarak görmüyorum. Öyle bir tecrübem yok. Gençliğimde bazı edebiyat dergilerinde ufak tefek yazılarım olmuştu. Ama yazar değilim. Emin Bey, iki üç sene önce bir iş yapalım diye bir teklif ile geldi. Bir gazete çıkaralım diye düşündük. Sonra bir site kurup, internet gazeteciliği yapmaya karar verdik. Bende bu aşamada, köşe yazarak destek vermeye başladım. Sanat sokağı dergisinin her sayısında bir yazı yazıyorum. İstanbul’da olan bir iki siteye yazı yazıyorum.

Köşe yazarlığına başlamadan önce yazar mıydınız?

Düzenli olarak değil ama tarihi olaylar ile ilgili not tutardım. Aslında o birikimi kitaplaştırmayı düşünüyorum. Ama kafama göre bir editör bulmam lazım. NTV Genel Yayın Koordinatörü ile bu konuda görüşmüştük. Ama henüz fırsat bulamadık.

Peki, yazmaktan memnun musunuz?

Tabi, insanlar yaptıkları işlerden olumlu tepkiler almaktan onur duyarlar. İltifat arttıkça marifette artar. Bende hep olumlu tepkiler alıyorum.

Türkiye geneli basını ile Bolu basınını karşılaştırırsak…

Bolu’da ki meseleler insanlığın meseleleri değil. Dünya da kuzey güney yani zengin fakir çelişkisi var. Bir başka problem ekolojik problem. Çevre problemi var. Ekonomik ve ahlaksal yozlaşma var. Yani bu meseleler var iken, benim arabam zarar görüyor, şuraya asfalt atılmadı gibi konular bence çok vah diyecek bir konu değil. Oysaki biz Müslüman’ız, insanız, insanlar dram yaşıyor. Bu dramları bir gün meydana getirip de, ey belediye başkanı, falan mahallede ki adam aç, hasta, buna yardım ettin mi diye bir yazı görmüyoruz mahalli basında. Belki kendi taraflarından bakıldığında haklıdırlar ama benim için en önemli mesele, o aç insandır. Bize yokmuş gibi geliyor ama Bolu’da bile böyle insanlar var. Ama gururlarından çıkamıyorlar. Bizim meselemiz bu olmalı. 


Editör: E. Candan